Pedagog Halil Atalay, İnsanın dünyaya gelirken üç boşlukla doğduğunu söyler. Bunlar kafa, kalp ve karın boşluğudur, der.
İnsan dünya hayatını yaşarken en çok karın boşluğunu doyurmaya ve hayatının idamesini devam ettirmeye çabalar.
Oysaki insanın kafasının ve kalbinin de en az karnı kadar doyurulmaya ihtiyacı vardır. Üstelik kafa ve kalp, karın gibi maddi lezzetler ve yiyeceklerle doyurulmadığı gibi tamamen manevi ve uhrevi besinlere ihtiyaç duyar. Ruhun ihtiyaçları da işte kalp ve kafanın doğru bilgi ve duygularla doyurulmasından geçer.
Öte yandan insanın dışa açılan pencereleri demek olan göz, kulak, ağız, burun ve derimiz bu üç boşluğu kendi hoşlarına gidecek şekilde doldurmaya çalışır. Göz hoşlandığı şeylere bakar, bakmalara doyamaz. Burun hoş kokulardan hoşlanır ve kokunun taşıdığı diyarlara kadar gider. Hatta bunun için baharat ticaretini geliştirmiş insanlar. Kokular, kendisine güzel olan ne varsa çağrıştırır. Kulak müziğin nağmelerine muhtaçtır. Lirik şiirler, duygulu hisler müziğin hoş tınılarıyla taşınır, kalbe kadar ulaşır. İnsan bir şekilde kendinde mevcut bu boşlukları her daim doldurmak ister. Bunun için oyunlar icat eder, müzik aletleri ve notaları imal eder. Kitaplar yazar, neşreder. Bilim ve tekniğe dair bilgisini arttırmanın yollarını arar durur. Ne ki insan en çok zaaf duyduğu ve maddi lezzetler açısından en çok ulaşabildiğinden olsa gerek, en fazla karın boşluğunu doldurmanın peşine düşer.
Kimi insanlar için hayat sadece budur. Yemek için yaşamak… Öyle bir raddeye gelir ki karnına ne doldurduğuna bile dikkat etmez. Helal- haram, temiz- pis ne varsa karın boşluğuna teper. Böylece dünyanın hazzını yakaladığını, yaşamanın keyfine vardığını kısacası doyduğunu zanneder. Oysa kutlu Resulümüz “İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır!” buyurmuştur.
İnsan tüm dünyayı yalayıp yutarcasına yemek ister. Ne ki aslında doygunluk aşırı yemekte de değildir. Aslında insan kafa ve kalp boşluğunu dolduramadığından veya kafa ve kalbi doyurmanın önemini bilmeyip ihmal ettiğinden karın boşluğuna yüklenmektedir. Kendisine en büyük kötülüğü de böylece yapmaktadır. Hadisin devamında Resulümüz “Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.” (İbn-i Mace- Et’ime-50) Buyuruyor ki insan için en güzel ölçü budur.
Fakat ne yazık ki fastfood türü yani aslında gelenek ve kültürümüzde hiçbir zaman olmayan ayakta yeme kültüründe gençler, buldukları her şeyi karınlarına indiriyorlar. Faydalı mı zararlı mı düşünülmeden gün boyu atıştırmakta fakat bir türlü doymamaktadırlar. Öte taraftan karınlarını doyurmak kadar düşünmeleri gereken kafa ve kalp doygunluğu için hiçbir çaba göstermemektedirler. Yedikleri içtikleri şüpheli yiyeceklerden sonra kafaları ağır bir rehavet kaplıyor, çökkün ve miskin bir şekilde fazla alıklaşmış bakışlarla çevrede dolanıp duruyorlar. Yedikleri ne düşünmelerine yarıyor ne de akletmelerine… Sanki onları uyuşturuyor, aptallaştırıyor. Karınları bunca doygun insanların bir işe yarayacağını zannediyoruz ama yanılıyoruz. Bu kez de karın doygunluğunun verdiği ağırlıkla demlenmeye geçiyorlar. Hani gören de pek ağır işler yapmış, taş taşımış, Ferhat gibi dağları delmiş zannedecek. Bütün gün yatıp uyusalar bile az gelir onlara.
Karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen insan, kafasını hangi bilgilerle doyurması gerektiğini düşünmediğinden kafasından geçen tek düşünce de bir sonraki öğün ne yiyeceği oluyor haliyle. Geleceğine dair planları, amaçları, hayalleri var mı diye sorduğunuzda ise afallayıp kalıyorlar. Ne yani geleceklerini onlar mı düşünecek? Anne-babalar ne güne var? Onlar çalışacak ve çocuklarının ihtiyaçlarını eksiksiz karşılayacaklar tabii! Sorumluluk almaya ise hiç mi hiç yanaşmamaktadırlar. Geçimlerini sağlayan büyüklerinin ebedi yaşayamayacağını unutuyorlar. Eninde sonunda kendi karınlarını doyurmak zorunda kalacaklarını düşünmüyorlar. Çünkü sürekli tokluk, tembellik doğurur ve kalbi köreltir.
Beyni rehavet kapladığı ve dumanlandığı için durumlara hızlı intibak kabiliyetini kaybettirir. Buna karşılık açlık ve az yemek düşünme gücünü arttırır. Hayattaki tek gayenin sadece yemek içmek olmadığını anlar insan aç iken. Yüksek insanlık idealleri karın aç fakat kafa ve kalp manevi ve ilmi doygunlukta iken gerçekleşir. İnsanın aklını ve idrakini kullanması daha faal halde olur.
Tok bir karın insanı merhametsiz, düşüncesiz, insafsız ve vicdansız bir hale getirir. Kibir ve gururla burnunu havaya diker. Başka insanlara karşı empati geliştiremez. Varsa yoksa kendi nefsine ister ne isteyecekse... Karın doydukça nefis azgınlaşır. Akıl izan, feraset, nezaket azalır. Biyolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar hatta akıl hastalıkları artar. Birçok hastalığın sebebi oburluktur. Yanı sıra aşırı tok durumda zihin körelir, düşünce üretemez. Tembellik çöktüğünden çalışmayı önler, kalbi karartır. Allah’ın verdiği nimetlere şükür yapmak yerine israf edilir.
Bunun da acı bir sonu olur insan için. Hastalıklarla imtihan olunur ve ilaç niyetine açlık ve diyetlere mahkûm olur. Zamanında az yemek ve açlığa tahammül (ki orucun bir faydası da budur) etselerdi nimetlerin azlığı durumunda da idare etmeyi öğrenirlerdi. Nitekim dünya günleri insanlar arasında döndürülür durulur. Dünyanın her hal ve durumuna hazırlıklı olmak lazım. Savaşlar, göçler, depremler, seller bir anda insanı zor ve sıkıntılı imtihanlara sokabilir. Böyle durumlara ancak nefsi isteklerini gemleyebilenler tahammül gösterebilir ve zor durumları atlatabilir. Ayrıca insan yaşamı fedakârlık üzerine kuruludur. Zor zamanlar biraz da başkalarına karşı duyarlı olmak, ihtiyaç sahiplerini gözetmek, elindeki nimetleri fakir ve yetimlerle paylaşmaktan geçer. Fakat sadece kendi karnını doyurmaya kilitlenmiş bir nefis, insanlığa nasıl faydalı olur?
İşin aslı şudur ki insan için karın boşluğunu doldurmak kadar kafa ve kalbi de doldurmak ve beslenmek lazımdır. Doğru bilgiler, bilimsel çalışmalar, ahlaki ve insani değerlere atıfta bulunan kadim kitaplar ve eserler kafayı olması gereken düzeye getirir. Düşünsel ve fikirsel yapısını geliştirebilenler insanlığın problemlerine de yönelir ve yapıcı çözümler üretebilirler.
Öte taraftan kalbini ve kafasını doğru ve sağlıklı bir şekilde dolduranlar hayatın asıl gayesinin de künhüne varırlar. İnsanlığın ulviyeti için çabalar, yemek ve içmekten daha önemli meselelerin olduğunu anlarlar. Kafa ve kalbini doldurabilenler karnını doyurmaya yönelmiş birinden daha fazla ve daha yüce manevi lezzetlere kavuşurlar. Bu insanlar, yüce gayeler için çabalar, mühlet dolup dünyayı terk ettiğinde ise zamanlar üstü bir iz bırakarak tarihe imzasını atarlar. İnsanlığın faydasına olan eserler bırakarak insanlığa örnek, önder ve lider olurlar. Nesilleri etkilerler ve yetiştirirler.
Tam da yazımızın bu satırlarında şehrimizdeki kitap fuarından bahsetmeden geçmek olmaz. Kafa ve kalplerini ilmin şualarıyla aydınlatmak isteyenler için kitap fuarları kaçırılmayacak fırsatlar sunar. Yanı sıra kitap ve ilim aşıklarına manevi hazlarla dolu bir zaman dilimi bahşeder. Esasen bir şehrin ilmi düzeyi kitaplara verilen önemle belirlenir. Hernekadar okumayı seven gençlerimiz varsa da çoğunluk gençlerimiz maalesef kitaptan hazzetmiyorlar.
Bu konuda Urfa Radikal ailesinden köşe arkadaşım olan Mustafa Tosun’un “Urfa’da Kitap günler” adlı yazısında ifade ettiği bir betimlemeyi sizlerle paylaşmayı gerekli görüyorum. İlgili yazısında ne yazdığını merak edenler okuyabilirler. Ancak şu paragraf beni hayran bıraktı gerçekten.
“Kitap fuarında ne yapıyorsun? Ruhum için kıyafet alıyorum, dersek bizi anlarlar mı? Yahut beynime hamburger ısmarlıyorum, ayaklarım için istikamet ayakkabıları alıyorum. Gözüm daha iyi görsün diye değil, basiretim açılsın diye kitap alıyorum dostum. Sen de al. Oku! Avm’lerde veya başka yerlerde paranı çarçur etme. Kitaplara yapılan yatırımın dönüşü öyle başka oluyor ki! İnsana en değerli ilahi vergi olan düşünme melekesini kitaplarla beslemen gerek dostum. Aksi halde bu ilahi lütfa nankörlük etmiş olursun. Elbette O’nun kitabını (Kur’an’ı) en baştan okumalısın!”
Okumak en çok genç nesile lazım. Umarım gençler akıllarını başlarına devşirir de “Ruhlarına da bir hamburger ısmarlar, ayaklarına istikamet ayakkabısı alır ve basiretleri açılır, düşünce ufukları genişler. Böylece kendilerinde mevcut üç boşluğu dengeli bir şekilde doldururlar. Sonuç elbette ki pişmanlık duymadan yaşanılan bir hayat olacaktır. Vesselam…
YORUMLAR