Reklam
Reklam
Ölümün Kıyısında Geçen Bir Yıl 
Şükran Taşdelen

Şükran Taşdelen

Ölümün Kıyısında Geçen Bir Yıl 

31 Aralık 2020 - 17:30

İnsan doğası gereği acıdan kaçar, hazza koşar. Mümkün mertebe dünyanın lezzetlerinden tat almak ister. Ve lakin bu isteklerinin sıralandığı ipin ucunu kaçırdığında hiç istemediği daha zorlayıcı imtihanlarla da karşılaşabilir.

    Korona salgının gölgesinde ölümle haşır neşir zaman geçirdiğimiz demleri yaşıyoruz. Bitti bitecek diye umut ederken DSÖ umudumuzu kıracak fecaat açıklamalar yapıyor. Öyle derin bir imtihandayız ki hangi yöne dönsek sınanıyoruz. Yüzlerini görmeye hasret kaldığımız sevdiklerimizi tek tek kaybediyoruz. Fani dünyayı terk ederlerken yanlarında bulunamıyoruz. Belki helallik bile isteyemiyoruz. Bu nasıl yürek paralayıcı bir acıymış! Tecrübe ediyoruz.  Şiddetle istesek de artık hastalandıklarında, acılarında yanlarında olamıyoruz. Hastayken hizmetlerinde bulunamıyor, bir tas sıcak çorbayı içiremiyoruz. Daha öncesinde kıymetini bilmediğimiz birçok şey bugün adeta iç yangınımıza dönüştü, duyduğumuz pişmanlıktan dolayı. Birbirimize hasret kalarak, iç çekerek, uzaktan uzağa tellerle konuşarak dualarımızda yer veriyoruz sevdiklerimize. Hayatlarımız bıçakla kesilmiş gibi sanallaştı. Gerçek, somut olan tüm güzellikler uzaklaştı. Hakiki görüşmelerle ruhsal bağlar kurulamaz oldu.  Artık istesek bile kimseyi riske etmemek, virüsü onlara bulaştırmamak, ölümlerine sebep olmamak adına uzak duruyoruz herkesten. 

    Böyleyken insanın durup daha çok tefekkür etmesi, bir vicdan muhasebesi, belki bir ömrün hesabını, hesaba çekilmeden yapması gerekirken, kendine yabancılaşan insanlar, felekten bir gece çalmanın derdine düşebiliyorlar. Hayat ve ölüm üzerine belki de en yerinde tefekkürü yapabileceğimiz günlerden geçiyoruz. Hayatı anlamlandırmak daha çok ölümü anlamaya bağlıdır. İnsan, kendisinin tek dünyalı bir yaratık olduğuna inandığında ise geri dönülemez hatalara girmesi kaçınılmaz olur. Ancak ve ancak ölümden sonra hesap vereceği bir hayat düşüncesi ve inancı ise insana muazzam bir farkındalık kazandırır. Pişmanlık duymayacağı bir hayatı yaşamak için insana sunulan ömür nimeti, içinden geçtiğimiz imtihanın benzeri imtihanlarla geçmektedir. Künhüne varabilen insan hem dünyasını hem de ahiretini kurtaracak, imanını tazeleyebilecektir. Ki zaten ömrü emaneten Rabbinden aldığını anımsamak insanı yüceltecek ve kurtaracaktır.

    Ölümün kol gezdiği ve an içinde tanıdık tanımadık yüzlerce insanın dar-ı bekaya intikalini duyunca hüzünlenmemek elde değil. Ancak bu bakış açısının Müslümanlara has olduğunun farkındayım. Hayatı sadece bu dünyadan ibaret bilen başka inançların insanları olabildiğince eğlenmek istiyor olabilirler. “Neden onlara yasaklayalım ki?” diyenler çıkabilir. Haddizatında zaten kimsenin hayat tarzına karışmak niyetiyle söylemiyorum bunları. Dünya uygarlığı içinde yaşayan her insanın yapıp ettiklerini bir düşünce süzgecinden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak farklı inançların insanları da inandıkları esaslar açısından aldatılmış olduklarından ve hakikatin gözden kaçırıldığı iklimlerde yaşadıklarından hayata gerçek veçhesinden bakamıyor olabilirler. Ölüm bu kadar net ve sahici iken, her an uyarıların en sert olanıyla önümüze dikilip dururken görmezden gelip eğlenceye saplanmak şeytanın adımlarına uymak değil midir? Üstelik binlerce insanı içine alan kalabalıklarda bir geceye mahsusu virüse bayram ettirecek şekilde bulaştırılmayacak mı hastalık? Yoksa kimsenin eğlencesini kıskanıyor değilim. Ancak yılbaşı eğlencesi fazla pahalıya mal olabilir diyorum. 

    Avrupa’nın Hristiyan halkları da aslında öz İsevi öğretiden binlerce yıldır uzaklaştırılıp içi boş bir Noel Baba figürüyle kapitalizm sektörüne kurban edilmişlerdir. Dini duyguları kazanca dönüştürülmüş, dahası onlarda da günah olan şeylere dalmakla kendilerini kaybetmeleri sağlanmıştır. Esasen doğrular ve helaller evrenseldir, günah ve haram olan şeylerin evrensel olması gibi. Bu yüzden hiçbir insan için ne dünyalık ne ahiretlik bir getirisi olmayan, kapitalist zihniyetin uydurmacası bir günü bahane ederek eğlenerek kendini uyuşturmak ve sadece nefsani yönelişlerin tatminliğini aramak akla aykırılık teşkil eder. Fakat yılbaşı eğlencesi namı altında sadece nefsani istekler haram yollardan giderilmeye çalışılıyor. Böylece haramlar meşrulaştırılıyor. Üstelik sonraki günden başlayarak tüm hayatlarını heba edecek sonuçlar düşünülmeksizin.  

Bir de şunu da açıklamakta fayda var diye düşünüyorum. Takvimler, insanların zamanı planlamak, ihtiyaçlarının gerektirdiği birtakım uğraşlarını belli bir ölçüye göre düzenlemek ihtiyacından doğmuştur. Ki bunu yapmaları da mantıklıdır. Her toplum kendine göre önemli saydığı günleri başlangıç noktası kabul ederek sosyal hayatın düzgün işlemesi için çeşitli takvimler yapmıştır. Örneğin; Yahudiler yaradılış yılı olarak MÖ. 3761’i, Romalılar Roma şehrinin kurulduğu MÖ. 753’ü, Yunanlılar, tanrıları adına düzenledikleri ilk olimpiyatların yapıldığı MÖ. 776’yi takvimlerinin başlangıcı yapmışlardır. Hristiyanlar Hz. İsa’nın(as) doğumunu, Müslümanlar ise Hz. Peygamberin (sav), Mekke’den Medine’ye göç ettiği 622 tarihini takvimlerinin başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Tevhidi dinler ortaya çıktıklarında zaman anlayışında çok köklü değişiklikler yapmıştır. Dinler, zamanın başı sonu belli olan ve her geçen saniye tükenen sınırlı bir varlık gibi somutlaşmasını sağlamıştır. Zamanın mahiyetini yine Rabbimizdir en iyi bilen. Zaman Allah’ın dilediği başlangıç noktasından, yine O’nun belirlediği son noktaya kadar durmaksızın akan bir süreçtir. Bu süreç kesintisizdir ve insanın hayatı içinde geçer. Üstelik zaman içinde yaşanan her an ve olay biriciktir. Kesinlikle tekrarı yoktur. Geri dönüşü de mümkün değildir. 

Zaman geçicidir, durduramayız. Ancak nasıl geçirdiğimizden sorumlu tutulacağız.  Allah’ın ilahi kelamında defaatle bize hatırlattığı da bu gerçektir. Verilen ömür süresini ise pişmanlık duymayacağımız hayırlı ve salihat dediğimiz doğru amellerle geçirmeliyiz. Çünkü insanın eline ölümünden sonra geçeceği tek kazanımı bilinçli bir düşünceyle yaptığı amellerdir. 

 Dinin takvimlerin düzenlenmesindeki etkisini az çok anlayabilmişsek, başlangıç noktalarına takıntılı kalıp fanatik bir düşmanlığa çevirmenin anlamı da yoktur buna göre. Takvimler birey tekinin olduğu kadar toplumların da zaman algısını düzenleyerek standart bir hale getirmiştir. Fakat burada önem verilmesi gereken nokta yılın, şu veya bu dine göre bitip yenisinin başlamasını kutlamak değil, geçen zamanı Rabbin razı olacağı bir yetkinlik ve kazanımla geçirmektir. Zannediyorum ki böyle bir düşünceye sahip insan, zamanı güya eğlencenin dibinin bulunduğu, her türlü müptezelliğin yaşandığı bir güne indirgemez. Ayrıca değil bir geceyi bir saniyesini bile israf etmez ve sorgu suali getirecek haramlarla çarçur etmez. Bu aynı zamanda muazzam bir bilincin varlığının da göstergesidir. 

Ve gelelim zamana olması gereken önemi ve derinliği veren iman edenlere. Yani “Ya eyyühellezine amenü” hitabına muhatap olanlara. Üç ayetlik Asr Suresi, bütün zamanlara yetecek bir bilincin inşasını mümkün kılar. Dahası insanın ömür süresinin bitiminde kazançlı çıkmasını ve ebedi mutluluklar diyarı cenneti kazanmasını sağlar. Eğer imanı kendimize azık edinmişsek; bir geceye sığdırılan eğlencelere, haramlara ve pespaye günübirlik hayatlara özenmenin hiç mantığı yok. Çünkü sonucu koskoca bir hiç ve azim bir hesaba çıkan yönelişler ve aldatan nefsin karanlık kuyusudur. Esrik duygular ve aklı gideren mailerle sarhoş olanlara gece çok pahalıya patlayabilir yani.  Ayrıca hayatı dünyadan ibaret gören ve kabul eden insanlar değil bir gece, yılın tüm gün ve gecelerini eğlenerek geçirseler ne yazar?  Resulümüzün bir hadisinde buyurduğu gibi cehennemine kucak kucak odun taşıdıktan sonra… Yine “Ahirete iman etmeyenlerin cennetleri bu dünyadan ibarettir.” hadisine binaen, dünyayı amaçlayanların yılbaşı eğlencesini hoş görebiliriz. Diledikleri kadar çalıp oynasınlar.  Kendi hesaplarını kendileri verecek sonuçta. Fakat virüsün gönüllü taşıyıcıları olarak binlerce insanı tehlikeye atmalarını ise asla…

YORUMLAR

  • 1 Yorum