İnsanlar masal dinlemeyi severler. Benim de size bir masal anlatasım geldi. Ne de olsa günümüz masalını anlatabilen ve anlattığıyla ikna edebilenlerin zamanı.
Bir zamanlar bir ülke varmış. Ülkenin bir eğitim sistemi varmış ki dillere destan. Dengeli, ahlaklı, insaflı, sorumluluk sahibi insanların yetişmesi için aile, okul ve çarşı söz birliği etmişçesine el birlik çalışırlarmış. Hele de helal rızıkla çocuklarını büyütmeye, haram yedirmemeye özel dikkat sarf ederlermiş. Bu ülkede tüccarlar, zanaatkarlar ve esnaf çok dürüst çalışırlarmış. Kimsenin hakkına göz dikmedikleri gibi hakları olmayana el uzatmazlarmış. Verdikleri iş sözünü tam olarak yerine getirirlermiş. Başlarında bir pirleri olurmuş. Hem din, iman eğitimi verilir, hem de esnafın uyacakları iş ahlakının gereklerini öğretirlermiş. İnsanlar sadece meslek öğrenmek, ekmeklerini kazanmak için gitmezlermiş. Aynı zamanda nasıl kâmil insan olunurmuş öğrenmeye giderlermiş. O toplumun bütün bireyleri hesap verme bilinciyle yetişirlermiş. Çarşıdaki eğitim ile ailedeki eğitim çatışmazmış. Çocuklara ailede, okulda ve çarşıda aldığı eğitimlerini pekiştirecek ilkeler verilirmiş.
Meslek edinmeye yönelik eğitim, iş başında usta-çırak ilişkisine dayanan uygulamalı bir eğitimle verilirmiş. Meslek adayı kişi, istediği sanat dalının yapısına ve yeteneğine göre çocuk yaşlardan itibaren yamak, çırak, kalfa ve sonunda usta olarak eğitimini tamamlarmış. Bu eğitim sırasında, bir yandan meslek öğrenirken, diğer yandan da Ahi tekke ve zaviyelerinde dini eğitim ve ahlakını öğrenir, dönemin bilgilerini de edinirmiş. Yani herkes topluma yararı dokunabilecek ve kendi istediği bir alanda uzmanlaşmak için eğitimini alırmış. Medreselerde de aynı anlayışla eğitim verilirmiş.
Belli kaidelere oturtmuşlardı ticareti. Çünkü biliyorlardı ki, güven insan ilişkileri içinde en önemli unsurlardan biriydi. Hele ticarette bir kez güven sarsılırsa bir daha sağlamca kurulamazdı.
Bu masalsı ülkenin kanunlarının yanı sıra ekonomik teşkilatın kendine has bir adalet sistemi varmış. Bu sistem sayesinde teşkilata bağlı üyelerin meslek ahlakına uygun davranıp davranmadıkları, idareciler tarafından sistemli bir şekilde denetlenirmiş. Kurallara uymayanlara gerekli cezalar verilirmiş. Bunun yanında kural dışı davranışlar sergileyen üyeler hakkında, teşkilat dışından kişilerin de dava açma hakları vardı. Kimse haksızlığa uğratılmazmış. Tüketici haklarının korunduğuna taa o zamanlarda rastlıyormuşuz da farkında değilmişiz. “Pabucu dama atılmak” deyimi Ahi Piri’nin kalitesiz iş yapan ve tüketiciyi zarara uğratan esnafa verdiği bir cezaymış. Üretilen ürünlerin de “Halk en iyisini hak eder” prensibi uygulanarak en iyi kalitede olması amaçlanırdı çünkü.
Ceza, esnafın kurallara uyması amacıyla, kullanılan bir araç gibi uygulanırmış. Bu yüzden çok ağır suçlar dışında kişilik haysiyetini aşağılayacak cezalardan kaçınılırmış. Verilen cezalarda bile uzlaştırıcı ve eğitici yan ağır basarmış. Suç, aşırı derecede büyük olmadığı sürece büyük ve incitici cezalara başvurulmaz ve esnafın hatalarından ders alması amaçlanırmış.
Masal bu ya bu ülkenin ticari yapısı böyle ise diğer sosyal, siyasal, kültürel yanı nasıl olabilir diye merak ediyor insan değil mi? Ekonomik yapısında bu düzeni kuranlar iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin -ki ahi demek kardeş demekti- yardımseverliğin bütün güzel hasletlerini birleştirerek bu düzeni kurmuşlardı. Bu düzeni kuran ve geliştirenler az buz değil yüz yıllarca üç kıtada etkili ve yetkili olabilmişler, siyaseti belirleyebilmişlerdi. Kendi teknolojisini kendisi üretiyor, dışa bağımlı olmak bir tarafa kendi kendine yetebilen bir ülke olarak dünyaya örnek oluyorlarmış. Her masalı sonu olur ya bu masal da sonunda bitmiş. Halkını refah içinde yaşatan bu devlet de tarihe karışmış. Geride kalan torunlarına ise geçmişe özlemle bakakalmak kalmış. Merak ettiniz değil mi bu masalsı ülke ve devleti?
Halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini ve gelişmelerini sağlayan, onları hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bu kuruluş, Türk- İslam Devletlerinde özellikle Selçuklularda Fütüvvet Teşkilatıydı. Osmanlı Devleti’nde Ahilik Teşkilatı veya sonradan Lonca teşkilatı olarak devam etmişti. Bu teşkilat sayesinde hem üretimin hem de dükkân sahibi sayısının arttırılması sağlanmış, böylece rekabetin artmasıyla kaliteli ürünlerin çoğalması sağlanmıştı. Her dükkân sahibi iyi ürünü, o dönemin şartlarında olabilecek en uygun fiyata üretmeye çalışmış ve üretim kalitesi de çok artmıştı. Hâlâ bu masalsı ülkenin başarısının sırrını çözmeye çalışan araştırmacıların çokluğunu söylersem, aslında bir masal dünyasında olmadığımızı da açıklamış olurum sanırım.
Peki, geçmişte böyle kudretli devletler kurmayı başarabilmiş olanların torunlarının yapacakları tek şey geçmişle avunmak mıdır? sadece geçmişi yad ederek, sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlara çare bulunabilir mi? Ya da daha doğru bir soru sorarak bu masalsı devleti kuranların torunları dijitalleşmiş çağda, geçmişlerinden alacakları ataların közünü, itici güç olarak nasıl hayata geçirebilecekler? Hem dürüst iş yapıp hem küresel ekonominin dayandığı kapitalist sisteme alternatif yeni bir sistem oluşturabilecekler mi? İnsan sorunsalını her yönüyle ele alıp eğiten bir eğitim sistemini kurmayı başarabilecekler mi? Belki de ekonomiden önce insanın çok yönlü eğitimine gereken titizlik gösterilmelidir.
Neyse güzel bir masaldan sonra can sıkıcı sorularla kafanızı karıştırmayayım. İyisi mi burada durmak ve işin ehline sözü ve icraatı bırakmak… Sağlıcakla kalın.
YORUMLAR