Mübarek Ramazan günleri Kur’an ile dolu dolu geçerken meal- tefsirden de Rabbimizin muradını anlama gayretlerimiz de bereketlendi, hamdolsun. Esasen Ramazan bu anlamda kişisel olgunlaşmanın vazgeçilmezi olan nefis terbiyesini gerçekleştirmenin en mutena günlerini kapsıyor. Değerlendirebilene dünya Ramazan olsa da ahireti bayram olacaktır inşallah.
İşte bugünkü nasibim de Hud Suresinin meal- tefsirini okurken karşıma çıkan ayetler oldu. Önce inananlar için hayat rehberi olan ilkeleri içeren Rabbimizin ayetlerini alalım müsaadenizle. Özellikle koyu işaretlenen ayetlere daha bir dikkatle bakalım:
Hud suresi- 114. ayet: “Gündüzün başında ve sonunda bir de gecenin erken saatlerinde namaz kıl! Çünkü iyilikler kötülükleri yok eder. Bu öğüt almak isteyenler için bir hatırlatmadır.”
115. ayet: Sabırlı ol! Çünkü Allah güzel davranışlarda bulunmayı ilke edinenlerin hakkını zayi etmez.
116. ayet: Keşke sizden önceki kuşaklar arasında, yeryüzündeki yozlaşmaya karşı duracak erdemli kimseler bulunsaydı. Ama ne yazık ki, doğru yolu izledikleri için kendilerini kurtardığımız pek az kimse hariç böyle davranan çıkmadı. O zalimler, şımarmalarına yol açan lüks ve refahın ardına düşerek, günaha gömülüp gittiler.
117. ayet: Yoksa senin Rabbin halkı dürüst olduğu sürece sırf çarpık inançları yüzünden herhangi bir memleketi asla helak etmez!
118. ve 119. Ayet:- Eğer Rabbin dileseydi elbette insanları aynı inanç ve düşünceye sahip tek bir topluluk haline getirebilirdi, ancak böyle dilemediği için -Rabbinin rahmetine nail olanlar hariç- o insanlar farklı görüşlere sahip olmayı sürdüreceklerdir. Oysaki Rabbin onları bu rahmete nail olsunlar diye yarattı, ancak onlar bundan yüz çevirdiler. Böylece Rabbinin “Ben cehennemi bütünüyle insanlar ve cinlerin kötüleriyle dolduracağım” sözü de yerine gelmiş olacak.
Bu ayetlerin imanında samimi ve sadık olan kimseleri sarsmaması mümkün değil! Çünkü Allah insanı kendi yapıp etmeleriyle yüz yüze getiriyor ve bundan dolayı kazanacağı azaptan kurtulmak için fırsat sunuyor.
Ayetlerin açıklamalarına baktığımızda klasik müfessirlerden Razi’nin yorumu çok önemli:” Ayetlerde geçen “zulüm” kelimesine verilen mana şöyle açıklanabilir; zulüm dolayısıyla veya Rabbin zulmederek helak etmez. Buradaki zulüm kelimesi “bozuk ve çarpık inanç” anlamına gelmektedir. ” diyor.
Müfessirimiz Razi şöyle devam ediyor: “Burada kastedilen şudur: “Allah, hiçbir toplumu, birbirlerine ısrarla haksızlık yapmadıkları ve başkalarının hak ve hukukunu çiğnemedikleri sürece, sırf Allah’ın dinini kabul etmemeleri yüzünden helak etmez. Yani toplumsal helakın (yok olmanın) sebebi inançsızlık (Allah’ın hakkının çiğnenmesi) değil, ahlaksızlıktır (insanların hak ve hukukunun çiğnenmesidir.)”
Razi, Fil suresinin tefsirinde de bu yorumu teyit edecek şekilde; “Allah’ın, Kabe’yi putlarla dolduran müşrikleri değil de Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’yi helak etmesinin sebebini, “Kabe’yi putlarla doldurmak Allah’ın hakkı kapsamına giriyordu. Ancak Kabe’nin yıkılması inanç özgürlüğünü engelleme kapsamına girmektedir. Bu da insanların hakkı kapsamına girmekte. Bu yüzden Allah, Kabe’yi putlarla dolduran müşrikleri değil de onu yıkmaya gelen Ebrehe’yi helak etti.” şeklinde açıklama yapmaktadır.
Hayat düsturumuz olan bu ayetlerden çıkarmamız gereken en önemli ders, kul haklarını gasp etmemek, dürüst olmak, kimseye haksızlık yapmamaktır. Velev ki o kullar(insanlar) inançsız, deist, ateist veya başka bir dine mensup olsunlar. İnanıp inanmamalarını yargılayacak olan biz değiliz. Onları yaratan Allah’tır. Bize düşen toplumsal yok oluşumuza meydan vermemek için insanların en küçük haklarını bile gözden çıkarmamak, hakkı hak edene teslim etmektir. Hukuka aykırı tavır, davranış veya hukukun açıklarından faydalanıp insanların haklarına çöreklenmek insanın yanına kalmayacaktır. Bunun halk ağzıyla ifadesi “Alma mazlumun ahını (hakkını) çıkar aheste aheste.” deyişidir. Gerçi ayete göre hiç te aheste yani yavaş yavaş çıkacak gibi değil, tam tersi toplumca yok olmak gibi gümbür gümbür vukua gelecektir.
İnsan kendisi için istediği şeyi başkaları için de istemeyip, kul hakkına riayet etmeyince toplumsal düzeni sağlayan ince ayarlar son hızla bozulmakta, yıkımın tüm belirtileri toplumu sarsmakta. Bu adaletsizlik ve hukuksuzluğa son verilmedikçe de helak olmamak mümkün değil.
İnsanımız kendisinin ne derece kul hakkına riayet ettiğini sorgulamadan, kendi nefsini hesaba çekmeden genel olarak insanlar üzerinde bir ahlak polisi gibi dikilebilmektedir. Kimin oruç tutup tutmadığının çetelesini tutmaktan tutun da sünnet dahi olmayan kandil gecelerinde uzun uzadıya namaz kılmayanları uyarmaya kadar üzerlerine vazife olmayan işi bir de abartıyorlar! Kendinde bu hakkı nasıl görüyor, anlamak mümkün değil!
Oysaki imanın sunulacağı makam Allah’ın katıdır! Kimse kimsenin üzerinde bekçi değildir. Üstelik ayetlerde gördüğümüz üzere imansız oldukları için hiçbir topluluk helak edilmemiştir. Yok olmanın sebebi inançsızlık değildir. Allah kendi hakkını belirlediği bir mühlete kadar ertelemiştir. İnsana verdiği irade, akıl ve vicdan üçlüsüyle kendi seçimlerini yapmada serbest bırakmıştır. Ahirette elbette inkâr edene bunun hesabını soracaktır, fakat dünya hayatında değil. Henüz vakit var insanlara bunun için. Ancak ne zaman ki insanlar arası ilişkilerdeki zulüm, ahlaksızlık ve kul hakkını gasp etme yaygınlaşırsa, makam ve mevkilerin hakkı verilmez, emir makamı suiistimal edilirse, işte o zaman insanlar kendi sonlarını getirmiş, kalem kırılmış ve kaçınılmaz helak vuku bulmuştur.
Gençken arkadaşlar arasında kafeye gittiğimizde biraz da parasız olmanın cesaretiyle de “Alman usulü yapalım” der ve herkes kendi hesabını öderdi. Kimse bir başkasının hakkına girmez, kendi yükünü kaldırırdı. Tabii bu buluşmalarda mutat konuştuğumuz meselelerden biri de “Neden Batı medeniyeti dediğimiz medeniyetsizlik hâlâ ayakta kalabiliyor?” konusuydu. Her türlü inançsızlık, ahlaki kokuşmuşluk, Lut kavmi benzeri oluşumlar en fazla Batı’da bulunuyordu. Nasıl oluyor da yıkılmıyorlar? Allah’ın insana mühlet tanıdığını unutuyorduk oysa. Bunun cevabı biraz da “Alman usulünde” değil mi? Almanya’da uzun yıllar kalmış bir komşumuz da anlatırdı. “Hak söz konusu olduğunda çok hassas davranıp hesaplıyorlar. Markete gidiyorsunuz kuruşuna kadar kalan paranın üstünü eline sayıyorlar. Bizdeki gibi birkaç on kuruşluğun kaldığında sakız vererek müşteriyi atlatmıyorlar!”
Kişisel günahlar kişileri bağlar. Ancak toplumsal ilişkilerde olması gereken doğruluk, dürüstlük, işi ehline verme, işçinin hakkını teri kurumadan ödeme, hak etmeyenleri hiçbir kurumda barındırmama, adil vergi dağılımı, devletin imkanlarının halkın geneline yaygınlaştırılması gibi önemli ahlaki düsturlar olmadıkça toplum yıkılmaya mahkumdur. Ekonomik dar boğazın bizi getirdiği noktayı görüyoruz. Yanlış ekonomik politikaların değerlendirilmesini uzmanlarına bırakayım da sanki insanımız da bu açıkları fırsat bulmuş, görülmedik ölçüde bir vurgunculuk yapmaya hazırmış gibi işe girişmiş! Devlet denetleme kurumları yetersiz tamam kabul, ama devlet her vatandaşın başına da bir polis dikemez ki? Vicdan denen kişiye özel polis iş görmüyorsa insanda, işte sonun başlangıcı burası.
Ayetlerin maksadını anlayınca gidişatı da anlamak zor olmuyor. Bırakın insanların iman edip etmediğine, peygamberin bile böyle bir görevi yoktu. Siz doğru dürüst çalışıyor musunuz? Vicdanınız rahat uyuyor musunuz? Dulun, yetimin hakkını yemediğinden emin misin? Makamlarınızın hakkını layıkıyla veriyor musunuz? Daha doğrusu şöyle sorayım: Siz o makamları, mevkileri hak ediyor musunuz? Sizin özgürlüğünüz sınırlı mı, yoksa başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitiyor mu? Kendinize yapılmasını hoşlanmadığınız bir davranışı siz başkalarına yapıyor musunuz? Hak etmediklerinizi hakkı olana iade ediyor musunuz? Lüks ve refahla şımaranlardan mısınız?
Soruları uzatabilirim ama aziz mübarek günler herkes kendi otokontrolünü (nefis muhasebesini) kendi yapsın. Yine de dilimi tutamayıp, dürüst olmayan vatandaşların çoğunlukta olduğu bir toplum ayakta kalamaz diyeyim ve son olarak ilginizi çekiyor mu bilmiyorum ama toplumca helak olmaya doğru yol alıyoruz!
YORUMLAR