Müslümanlar, yüz yıllardır Haçlı zihniyetinin tarihi kini ve düşmanlığıyla karşı karşıya kalmışlardır. Hatta bu düşmanlıkta Hıristiyan, Yahudi veya Budist olmak bile fark etmemişti. Çünkü söz konusu hedef, Müslümanlarsa küfür her zaman tek millet olabilmişti. Ve yine Batı’nın ileri karakolu olan İsrail’in son saldırılarıyla, insanlık vicdanı büyük bir darbe almıştır. Kontrolsüz e orantısız güç kullanarak denk olmayan şartlarda acımasız bir savaş açan İsrail yine Müslümanların bayramında Müslümanlarla adeta alay ederek fütursuzca saldırdı. Masum siviller katledildi dünyanın gözü önünde. Buruk acı bir Ramazan ve bayram geçirmiş olmak İslam Dünyasındaki var olan tansiyonu iyice yükselttiğini kabul etmek gerek. 21. yy. da Batı’nın top yekûn İslam Öğretisini ve İslam Ümmetini ortadan kaldırmakla ilgili nihai amacı da iyice ifşa olunduğundan mütevellit ben de acizane bir yorum yapmayı istedim. Sosyal medyada İsrail’in sınır tanımaz saldırganlığına karşı gittikçe artan oranda tepkiler yer almışken benim en çok ilgimi çeken ise şu paylaşım oldu.
“Bir zamanlar Bağdat’ta ünlü bir marangoz varmış. Ömrünün ahir zamanında çok güzel bir minber oymuş. Ama çok güzel. Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Alımlı mı alımlı. Her gören onun güzelliğiyle büyüleniyormuş. Güzel minberin nâmı almış yürümüş. Öyle ki Bağdat’a her gelen, marangoza gidip ‘Şu minberi bize sat, falanca camiye götürelim’ diyormuş. Onun cevabı hep aynı, “Bu minber Mescid-i Aksa’da duracak”.
Ahali şaşırıyor tabii, “İyi de Kudüs Haçlı işgali altında.”
Marangoz yüksünmeden hep aynı cevabı veriyormuş;
“Benim elimden gelen bu. Ben zanaatkârım. Minber yontarım. Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.”
Derken bu minber hikayesinin konuşulmadığı hiçbir şehir kalmamış. Herkes minberin güzelliğini bire beş katarak birbirine anlatırken, aynı hikayeyi 7–8 yaşlarında bir çocuk da işitmiş. Ama o, eserin güzelliğinden ziyade, marangozun vasiyetine kulak vermiş.
Aradan 40 yıl geçmiş ve o minberi durması gereken yere, Mescid-i Aksa’ya yerleştirmiş. Diller onu Selahaddin-i Eyyubi diye anmış…”
Bu kıssa gerçek mi, değil mi ayrı tartışma konusu yapmadan çıkarılabilecek birkaç ders var.
1. Yaptığın işi en iyi şekilde yapmaya bak. Elbet kıymet veren biri çıkacaktır. İyilik yap denize at misali, balık bilmese de Hâlık bilir. Yeter ki sabredecek gücümüz olsun.
2. İşini iyi yapıyorsan büyük bir hedef koymaktan çekinme. Başkalarının sözleri veya teklifleri seni büyük amacından saptırmasın.
3.Umudunu asla kaybetme.
4.Hiçbir niyet ve gayret boşa çıkmaz.
Bu minber, 21 Ağustos 1969 Perşembe günü sabahı İsrailli Yahudilerce ateşe verildi. Minber büyük hasar gördü. Ürdün hükûmeti minberin bir benzerini yaptırarak aynı yere koydurttu.
Anlatılır ki; yangının olduğu gece işgalci İsrail’in ilk, dünyanın da üçüncü kadın başbakanı olan Golda Meir şunları söylüyordu: “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail'e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki; biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.”
İşte o gün bugündür İsrail, Batılı devletlerin istisnasız tümünün desteğini alarak zulmünün şiddetini arttırdıkça arttırdı. Halkı Müslüman olan diğer devletler ise Arap olsun olmasın tümü aralarına nifak tohumları ekilerek birlik olmalarının önüne geçildi. Küfrün tek millet olduğunu Resulümüz bize bildirmiş ve bunu çok iyi biliyorken maalesef dünya metaının peşine düşen Müslümanlar birbirlerini yemeye başladılar. İsrail’in kuruluşuyla İslam ümmetinin merkezine fitne üssü kurulmuştu. Fitne fesat merkezi durmadan çalıştı. Gecelerini gündüzlerini buna harcadı. Her şekilde Müslümanlar uyanamasın diye, Müslümanları uyuşturacak problemler çıkardılar. Müslümanlar artık aslî meselelerine değil, düşmanın ortaya çıkardığı tali ve yapay meselelerle uğraşıp durmaya başladılar. Halkı Müslüman devletler ise Batılı devletlerin amaçlarına hizmet eder biçimde kendi toplumsal değerlerini hiçe saymış ve halklarının tepkilerini görmezden gelmeye, bir şekilde bastırmaya girişmişlerdi. Artık düşmanı dışarda aramaya gerek kalmamıştı. Düşmanımız içimizdeydi. Halkı Müslüman devletlerin yöneticileri, iktidarlarını Batı’nın desteğine angaje ettikleri için, Batı’nın istekleri dışında, halkları için hiçbir olumlu politika üretemedi. İsrail’in saldırganlığını durduramadıkları gibi İsrail’in İslam ve Müslümanlarla olan tarihi savaşını Arap- İsrail savaşına evirip sıradanlaştırdılar.
İsrail’in saldırganlığından vazgeçirilebilmesinin tek yolu uluslararası yaptırımdır. Uluslararası arenada bunu BM yapmalıydı. Kuruluş amaçlarından biri de güya buydu. Ancak BM ve diğer kuruluşların hepsi devletleriyle beraber İsrail’e destek veren kuruluşlardır. Geriye Müslüman devletlerin bu işlevi yerine getirmeleri kalmıştır. Küresel zulüm, ne dua ederek kaldırılabilir ne de sadece cılız kınamalarla. Sorunu kesin çözecek olan ise halkı Müslüman devletlerin soruna ciddiyetle el atmaları ve bir şekilde uluslararası gündeme taşımalarıdır. Bu konu hafife alınamayacak kadar önemlidir. Ve Müslüman halkaların bu beklenti içinde olduklarının bilinmesi gerekmektedir.
Müslümanların, İsrail’e ve küresel zulüm odaklarının tümüne İslami anlamda cevap verebilecek tek bir devleti yoktur. Bu potansiyeli taşıyan bir iki ülke varsa da bunlar da ya milliyetçilik ya da mezhepçilik tuzağına düşmüşlerdir. 1948’den beri de durum bu minvalde sürmektedir.
Şimdi Filistin bugün varlık savaşımı verirken aynı zamanda bir turnusol kâğıdı işlevini de yerine getiriyor. Bir gün, eğer bir gün insanlığın vicdanı harekete geçecekse bu Filistin sayesinde olacaktır belki de. Kendi ülkelerinde her türlü haksızlık ve adaletsizliklere karşı duran adil yönetimler, Filistin’e de kayıtsız kalamayacaklar ve adaletin, insani değerlerin yaşatılması için harekete geçecektir. Çünkü biliyoruz ki, fert fert dua ederek Müslümanların içini yakan bu sorun çözülmeyecektir.
Bu konuda Malcom X’in beyaz ırkçılık karşısında söylediği “Şiddeti dua ile engelleyemezsiniz.” sözü ile 21.yy.’a çeyrek kala Avrupa’nın göbeğinde yaşanan Bosna soykırımı karşısında bilge kral Aliya Izzetbegoviç’in “Dünyayı değiştirebilecek olan dua değil, eylemdir.” sözü çok manidar. Şimdi Müslüman halklar duada. Artık harekete geçmesi gerekenler erk sahipleridir. Yani Müslümanlara vaziyet eden yöneticiler ve devletleridir. Maşeri vicdanı kanatan ve sadece Müslümanların değil, kendini insan olarak gören ve zulüm karşısında acı çeken her insanın bu beklentisini karşılamak insani bir davranış olmanın yanı sıra dünya barışına da katkı sağlayacaktır. Dünya insanlığının selameti, huzuru ve barışı için İsrail’e yaptırım uygulamaları gerekmektedir. Görünen o ki bu özellikte tek bir devlet yok. Ve dünya Müslümanın zindanı olmaya devam ediyor.
YORUMLAR