Reklam
Reklam
Koronsavar İksir
Şükran Taşdelen

Şükran Taşdelen

Koronsavar İksir

27 Mart 2021 - 18:36

O gün salgının gölgesinde geçen günlerden biriydi. Bezgin insanların maskeli yüzleri gülmüyordu ama kendilerince tedbirlerini almaya çalışıyorlardı. Her gün rutine bağlanan akşam haberlerindeki vaka sayısı ile ölüm sayılarının kaçırılmadan takibi, yeni alışkanlıklarından biri olmuştu. Yanlarında yörelerinde, hısım akrabadan göçenleri duydukça, hele de taziyelerine gidemeyip üzüntülerini de paylaşamamanın verdiği vicdan azabıyla yanmaya başladıkça anlamışlardı ki bu virüsün şakası hiç mi hiç yoktu.
Öyleyse resmî makamların açıklamaları ve korunma yöntemleriyle kalamazlardı.  Maske mesafe nereye kadar… Korkularının ötesine geçmeliydiler, yılların birikiminden, ecdadın tecrübelerinden kendilerini mahrum edemezlerdi. Acilen atadan neneden öğrenilmiş derde deva ilaçları ve yöntemleri devreye sokmalarının tam zamanıydı. Neyin şifa olacağı bilinmezdi. Hem Tedbir almak imanlarının da bir gereğiydi. Gözü kara bir cehaletle sonuçsuz  bir tevekkül akıl kârı değildi. Gelişen tüm olaylar bunun kanıtıydı. İşin vahametini ciddiye almayanın burnunu iyi bir yere sürtüyordu bu meret. Hemen her gün virüsten paçayı kurtaranların tüyler ürpertici cümlelerle hastalık sürecinde yaşadıklarını anlattıkları ekranlarda paylaşılarak, dehşet kat sayısı arttırılıyor, toplumsal sorumluluk gereği uyarılar yapılıyor ve iyileşebilme mutluluğuna erenler hastaneden bavulunu alıp evine yollanıyordu. Bu hazin tecrübeleri ekranlar vasıtasıyla öğrenenler ise korunma yol ve yöntemlerini hepten abartmaya başlıyorlardı. Ölüm enselerinde boza pişiriyordu. Korku onları iyice galebe çalmıştı. 
Bir akşam haberlerinde mikrobu öldürmek için dışarıdan eve gelen bir kadının çamaşır suyunu sulandırıp içtiği ve hastanelik olduğunu izlemişlerdi. Bir diğeri aşırı dezenfektan kullanmaktan cildi soyulmuştu. İnsanların gittikçe paranoyaklaştıkları ise su götürmez gerçeklerdendi. İşin ilginci bu gibi olaylar vakay-ı adiyeden olacak kadar çoğalmıştı. İnsanlar dehşet içindeydiler. Gözle görülmeyen bir düşman tüm mevzilerini topa tutuyordu. Ölümün hayata açtığı savaş hırçın ve haşindi. Artık hayatı anlamlandıran yüzüyle değil, hayatı acılaştıran, lezzetleri sonlandıran zehir tadı veren bir düşmanın yüzüyle karşı karşıyaydılar. Hiç acıması yoktu. İnsanlar arasında başlangıçta ayırım yapıyordu. Genelde yaşlı, hasta ve çelimsiz insanları götürüyordu o karanlık yurduna. Sonra kazandığı kelle sayısı arttıkça iştahı kabarmış bir canavar gibi doymak bilmez bir hale gelmiş, her yaştan insanı kapar olmuştu. Hayattan kopardığı insan sayısı arttıkça kalplere saldığı korku da devasa olmuştu. Gittikçe mutasyon geçiriyor ve ölümcül gücünü arttırarak güçleniyordu. Kimse güvende değildi. Nereye gitseler çepeçevre kuşatılmışlardı. Göremedikleri bir düşman olduğundan olsa gerek korkuları daha çok artıyordu. Mikroskopla dolaşamıyorlardı ama mümkün olsa idi bunu da yaparlardı şüphesiz. İşlerini şansa bırakamayacaklarını her geçen gün daha iyi anlamışlardı nitekim.
Şehrin tam merkezinde, virüsün kuduruk bir canavar gibi can alarak kırmızıya boyadığı semtte oturuyorlardı. Yeni apartmanlarında oturalı birkaç kaç yıl olmuştu. Beş katlı ve on daireli apartmanda genellikle iyi komşuluk ilişkileriyle geçinip gidiyorlardı. Apartmanda komşular arasında başlangıçta ihtiyaten gidiş gelişleri askıya almışlardı. Hatta kapıda yemek götürme âdetini bile bu yüzden kaldırmışlardı. Kimse birbiriyle görüşemediği için kimin hastalık kaptığını kimin kapmadığını bilmiyorlardı. Birinci kat komşunun hayır olsun için “komşu payı” diye çıkarılan bir tabak yemek sayesinde olan biteni anlamışlardı. İkinci kat komşunun gençleri hastalığı kapmışlardı ve kendilerini karantinaya almışlardı. Böylece komşuların tümü merdivenlerde rastlaşmanın dışında görüşemez olmuşlardı. 
Ancak o gün her zamanki korku ve dehşet bulutuyla sarmalanan günün kabusa dönüşeceğini henüz kimse bilmiyordu. Alıştıkları rutine bağlı olarak küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmişlerdi. Kendilerinin teselli edebildikleri bir nimete sahip olduklarının bilinciyle dayanmaya çalışıyorlardı bitmeyecekmiş hissi veren sürece. Çünkü büyük bir rahatlık ve ferahlama hissiyle şöyle bir düşündüklerinde çok şanslı olduklarını görüyorlardı. Salgın henüz can alamamıştı apartmanlarından. Ne kadar sevinseler azdı. Şöyle bir yoklamış sonra kös kös geri gitmişti. Çevreden yalıtılmış olsalar da aileleriyle mutlu sayılırlardı. Bu yüzden olsa gerek sabah evden işe gidenler dönüşlerinde kendilerini bekleyen dehşetli sonu beklemiyor, dahası düşüncelerinden dahi geçmiyorlardı. 
Ama olan olmuştu. Canavar onları yutmaya kadir bir kuvvetle geri dönmüştü!  Bu kez yanına başka bir sinsi düşmanı almıştı. Artık bir değil iki düşmanla amansızca karşılaşmak dahası çarpışmak zorundaydılar. Ölüm kalım meselesiydi. Apartman kapısını açıp kendi katına çıkan her komşu, yoğun ve kusturacak derecede kokan gaz kokusuyla karşılaşıyordu. Yüreklerine düşmüş bulunan dehşet tohumu yeşeriyor, dallanıp budaklanıyor ve acımasız bir canavara dönüşüyordu. Bu tehlikeyi evinin kapısından içeri giren herkes hızlıca ve tertemiz bir duru görüyle hissediyordu.  
Birinci kat komşu ise o sırada kızıyla beraber büyük bir şevkle ninesinden duyup gördüğü ve alternatif tıpla ilgilenen bir arkadaşının da verdiği tarifle doğal bir iksir yapmak için kolları sıvamıştı.  İşe yarayacağını, en azından beklentisi bu yönde olduğundan umutluydu. Eh nice geçmiş nesil bu doğal yollarla hayata tutunmamışlar mıydı? Öyleyse kendilerinde de işe yaracaktı. Büyük bir azim ve yüksek moralle parmak uçları neredeyse soyulacak gibi olmasına rağmen işi bitirmeye ve kavanozları doldurmaya kararlıydılar. Kendilerinde faydasını görürlerse şüphesiz eşi dostu, konu komşuyu da faydalandıracaklardı. Bu konuda kesinlikle bencil davranmayacaklarını birbirlerine söylüyorlardı. İyi bir işe giriştiklerinden öylesine eminlerdi ki aksini düşünmek mümkün değildi. Olanlardan tamamen habersiz, yaptıkları iksire o kadar kendilerini vermişlerdi ki böylesi bir adanmışlık çok az kişiye nasip olurdu. Üstelik merdivenlerde yankılanan uğultuları bile duymamışlardı… 
Apartman kuşatılmıştı. Biri görünmeyen ve amansız, diğeri ise kendisini kokusuyla ele veren nispeten belirgin iki düşmanla. Biri günlerce yatağa bağlayıp ölüme saniye saniye taşırken, diğeri kuantum fiziğindeki solucan deliği benzeri bir atraksiyona sahipti. Fotonu izleyenin bakış açısına göre sonucu değişiyordu. Ya dalga ya da parçacık şeklinde bir son… Her hâlükârda ölüm. İkinci düşman daha mı amansız görünüyordu, karar veremiyordu kimse. Çünkü bir anda infilak ederek kaçınılmaz sona eriştirme ve alem değiştirme gücündeydi. Kaçış yoktu, ikisinden birinin ağlarına er geç yakalanacaklardı. Bu yüzden evine gelen komşu kara kara düşünürken, kokuyu da istemsiz ve kaçınılmaz bir şekilde solurken, beraber var olmanın yollarını bulmaya çabalamaları gerektiğini düşünüyordu. 
İnsanın hayatta kalma tutkusu çok geçmeden harekete geçti. Olaya el koymanın ve tehlikeyi savuşturmanın bir yolunu bulmak üzere anlaşmışlar gibi komşular birer ikişer merdivenlere çıkmaya başladılar. Kesif koku burunlarının direğini kırıyordu. Yok kesinlikle bir gaz kaçağı vardı. Henüz evinden çıkmayan varsa da merdivenlerdeki kalabalık uğultuyu duyunca kayıtsız kalamıyor ve onlara iştirak ediyordu. 
 Üst kat komşular ilk olarak karşılıklı dairelerinden çıkıp konuya el attıkları için olsa gerek, diğer komşular da onlara katılmak için üst kata çıkmıştı. Önce elektrik şalterlerini indirmekten bahsettiler. Kimisi hemen kapının önündeki gaz vanasını indirmişti bile. Bu önemli adımı atanlar tekrar bir araya geliyorlardı Karşılıklı dairelerde oturanlar bu kokunun mutlaka gaz olduğunu belediyeye haber vermeleri gerektiğini, bir an bile durmalarının hayati tehlike taşıdığını söylüyordu. Dördüncü kat komşu yöneticinin gelmesini beklemeleri gerektiğini ifade etmişse de durumun tehlikesi onları yerlerinde duramaz yapmıştı. Yapılacak en isabetli şeyin bir an önce olayın vahametine uyanmayanları uyarmak olduğunu söyleyip birlikte aşağı katlara inmeye başladılar. İndikleri her katta kokunun yoğunlaştığını hissediyor, korkuları inanılmaz artıyordu. Zehirlenmek bir tarafa, her an havaya uçacaklarının dehşeti, enselerinde ölümün nefesini hissetmelerine neden oluyordu. Her biri diğerinin kalbinin çarpıntısını duyuyor gibiydi. Tehlikeyle birlikte yüzleşecek olmak işin vahametini azaltmıyordu. Buna rağmen birlikte olmaktan tuhaf bir güç alıyorlardı. 
 Üçüncü kata geldiklerinde yöneticinin işten yeni gelmiş olduğunu, ancak ihtiyatlı olmayı tercih ettiğini tahmin ederek, asansörü kullanmadan yukarı çıktığını gördüler. Yönetici merdivenleri derin ve korku dolu uğultuları duyarak çıkarken, komşularının endişeli yüzüyle karşılaştığında sorunun ciddiyeti iyice dank etti kafasına. Çoğunu bir arada ve korkuyla kendisine bakar görünce evine girmeden elindekileri kapıya bıraktı. Komşularla kat inmeye başladı o da.
“Yukarı katlarda koku daha az hissediliyor. Ama bakın aşağı katlara geldikçe keskinleşiyor. Kokuyu alabiliyor musunuz?” diye sordu beşinci kat komşusu. Yönetici başıyla onayladı. “Evet fark ettim ben de. İnelim komşular, sızıntı neredeymiş bir bakalım.” 
 Birlikte temkinli bir şekilde inmeye başladılar. Sızıntı için belediyeye haber vermek üzere telefonlar hazırda bekletiliyorken, birinci kata inmişlerdi bile. Burada kokunun dayanılmaz bir yoğunlukta olduğunu fark ettiler. Komşunun hâlâ kapıya çıkmamış olduğunu fark ettiklerinde ise kötü bir şey olduğunu düşündüklerinden hepsinin suratı aniden asılmıştı. Yönetici kapı ziline uzandı. Aynı anda birinci katın karşı dairesindeki komşu kolunu aniden tuttu. Tedbiri elden bırakmak doğru olmaz diye düşünerek,
“Yapmayın, zili çalmayın, gaz kaçağıysa tehlikelidir. Ne olur ne olmaz tıklatıverelim.” Dedi. Yönetici komşusunu başıyla onaylayıp kapıyı tıklattı. Komşu nihayet kapıya çıkmıştı. Komşularının tümünü karşısında bulan birinci kat komşu, içine damlayan korkuyla karışık bir merakla “hayırdır?” dercesine bakakalırken, onlar yüzlerine çarpan gaz kokulu rüzgarla afalladılar.
“Yahu komşum, kıyamet kopuyor, apartman havaya uçacak siz neredesiniz?” derken yönetici, hepsinin dikkatini, tam o sırada kapının önünde taşacak kadar dolu görünen çöp kutusu çekti. Buram buram helezonik dalgalarla yükselen kokunun kaynağı olan poşete yaklaştılar. Yönetici aynı anda ani bir refleksle geri çekilip burnunu tuttu.   
“Komşular, sorunun kaynağını bulduk galiba. Öyle değil mi hocam?” diyerek aklına gelen düşünceyle gülmeye başladı. Düşüncesini diğerlerine de açınca biri poşete uzandı. Aynı anda bir kahkaha tufanı koptu. Birinci kat komşu, apartmanda yaşanan dehşet ve gerginliği öğrenince kahkahaya o da katıldı. Evinden yayılan bu yoğun kokunun büyük bir korkuya sebep olacağı aklına hiç gelmemişti. 
“Kusurumuza bakmayın komşular. Galiba bizimkiler Koronadan korunma işini biraz fazla abartmışlar. Korona savar bir iksir yapmışlar.” 
“Öyle görünüyor. Nedir bunun aslı komşum?  Az daha belediyeyi arayacaktık. Yanlış ihbardan da ceza yerdik görünüşe bakılırsa…”
“Bizim Hanım, Korona’ ya ilaç gibi geliyor diye almış. Bir defadan yapayım, zeytinyağına yatırayım demiş. Yemeklere de bolca kullandığımızdan hazır kenarda dursun diye çokça almış. Henüz hastalık kapmamışken yenirse faydalı olur diye düşünmüş. Söylediğine göre bolca tüketilirse virüs hasta etmezmiş. Mesele bundan ibaret.”
“Mesele bu olsun da başka bir şey olmasın. Birlikte havaya uçacağız sandık diye fena halde korktuk. Dünyayı darladınız bize komşum.” Üçüncü kat komşu muzip bir edayla araya girdi, cezayı kesti.
“Bak komşum bizi iyi bir korkuttun. Böyle kolay sıyrılamazsın. Bu korkumuza karşılık bize tatlı borçlusun, ona göre…” deyince bu kez apartman gevrek kahkahalar eşliğinde belli belirsiz sallandı. Birinci kat komşu mahcup bir şekilde komşulardan helallik aldıktan sonra kefeni yırtmış olmanın keyfiyle rahat bir nefesle soluklandılar. Bir süre daha güvendeydiler. Herkes rahatlamış bir şekilde evine çıkarken apartman tarihine de tumturaklı bir not düştüler. Kapının önündeki poşette tüm apartmanı korkuya boğan, dehşette bırakan suçlu bulunuyordu. Bu, bir poşeti dolduracak kadar çok soyulmuş sarımsağın kabuğuydu.

YORUMLAR

  • 0 Yorum