Cehennemin borularının altından geçtiği iddia edilen şehir, günlerdir kar yağışıyla şaşkın bir sevinç yaşıyor. Alışkın değiller kara ve onun getirdiği tehlikelere. Pencerem şehrin en mutena parklarından birine bakıyor. Perdeyi çekince muhteşem bir manzara seriliyor önüme. Pencere çerçevelerini çıkarabilseydim aradan, değme Alp Dağları manzaralarına bin basan bir panoramayla karşı karşıya kalırım. Kar esareti güzel manzaralardan ibaret olsaydı ne güzel olurdu…
Mest eden manzaranın ötesine kayıveriyorum saniyeler içinde. Çocukluğumun karlı günlerine gidiyor düşüncelerim. Havuç burunlarımızla neşeli kahkahalarla kar beyazı sessizliğin inmiş olduğu sokağı çınlatıyoruz. Öylesine umarsız ve mutluyuz ki. Göz alıcı beyazın gözlerimizi körleştirdiği sabahlar sokağa çıkmaya can atardık. Kimsenin izinin belirmediği yerlere kendi izimizi bırakmanın coşkusunu yaşardık. Ne düşünürdük bilmem? İzimiz kalırsa o toprak bizim mi oluyordu? Yoksa çocukça bir masumiyetle “İşte ben de buradayım!” demenin bir yolu muydu? Belki. Yorgunluktan yere düşene kadar kar topu oynar, yarışırdık. Kardan adamlarımızı da kimin daha güzel olmuş gibisinden yarıştırırdık. Eldivenlerimiz ıslansa bile çıkarır, oynamaya devam ederdik. Hastalanmaktan korkmazdık, cahil cesareti çocuk yaşta edinmişiz. Biliyoruz, eminiz, soğuktan iyice titreyip üşüdüğümüzde gidecek sıcak bir evimiz vardı. Ellerimizi ısıttığımız ve tatlı bir mayışıklığın eşliğinde gevşediğimiz bir soba köşemiz vardı. Annemin üzerinde kışın en tatlı keyiflerinden olan kestane pişirdiği sobamız gürül gürül yanarken bir yandan da bekçilik yapardık. Sokakta bıraktığımız kardan adamımızın yıkılmadığını ya da kıskanç çocuklar tarafından ezilip ezilmediğini kontrol etmek için aksatmadan pencereden bakardık.
Vardı böyle haset komşu çocukları. Çekememezlikleri bitmezdi. Gülüşümüzü soldurmayı, neşemizi karanlık bir somurtkanlığa dönüştürmeyi marifet bilirlerdi. Başkasının üzüntüsüyle mutlu olabilenleri görüp içlenerek üzüldüğümü hatırladığım ilk tecrübelerdi onlar. Bundan olsa gerek üzülsem de aynısını yapmak aklımdan geçmezdi. Ah bir bilseydim, ama hep faili meçhul kaldı kardan adamımızın katili... Sanat eseri gibi dönüp dönüp baktığımız heykel bozması kardan adamlarımıza kim kıyardı ki? Yine de çok güzeldi çocukluğumuzun kışları. Kış geceleri ninemizin anlattığı masallarla zenginleşen hayal dünyamızın renklerini bugün tarife kelimelerim yetmiyor. Ne çok çoraklaşmış iç dünyamız. Bir çocuk safiyeti kalmadığı gibi çocukça renklerden de yoksunuz…
Ne yazık artık büyüdük, istesek de kışın keyfini çıkaramıyoruz. Her bir meleğin taşıdığı rivayet edilen kar taneleri döne döne savrulurken lapa lapa kar korkutuyor beni. Trafik kazasından beri kayma korkusu sindi içime. Öte taraftan sıcak kaloriferli evlerimizde karın yağışını pencereden izlemek, hastalıklı bir romantizm hissi yaşatıyor. Herkesin evinde sıcak bir sobası olmayabileceği hatta başının üstünde bir çatısı bile olmayan insanların varlığı düşüncesi de yerle bir ediyor belli belirsiz oluşan romantik hissi. Düşündükçe, kar birden daha çok üşütüyor yüreğimi. Beyaz bir esaretin görünmez zincirleri dolanıyor her tarafa sanki. Büyümüş olmanın en sıkıcı yanı da bu.
Kar çocuklara güzel, çocuklarla güzel. Bari onlar canlılığını kaybetmemiş hayat enerjilerinin gereğini yapsınlar. Çocukluk bunu gerektirir. Nasılsa o da geçici… Karla eğlenip coşsunlar. Kardan adamlarıyla hayal alemlerine dalsınlar. Hatta artık büyümüş olanlar da çocukluklarına dönebilsinler. İçlerindeki çocuğu sindirmemişlerse eskisi gibi pervasız kahkahalar atıp kartopu savursunlar, soğukta burunları kızarsın. Sonradan hasta düşse bile değdi desin. Ne olacak ki? Karla buluşmalarımızın günleri sınırlı. Geçicilik ayrı bir ukde oturtuyor insanın içine. Belki de karı, soğuğu iliklerimize kadar hissetmeliyiz ki yazın sıcağının da bir kıymeti olsun bizim için. Kara bulutların çevrelediği gökyüzü ağlamaklı… Birazdan yağmur karın sihirli beyaz büyüsünü dağıtacak. Ve… Yağmur damlalarının bir ilahi söyler gibi yeryüzüne inişi ayrı bir umudu bahşediyor. Belki insanlığın tüm kötümserlik ve karamsarlığının üzerine bir su dalgası gibi silgi çekecek, silip götürecek. Sonra bulutlar aralanacak ve aralarından muhteşem bir güneş parlayacak. Umut hâlâ insanı ayakta tutan en büyük mucizelerden hamdolsun...
YORUMLAR