İnsan doğduğu andan itibaren olağanüstü bir bakım ve himayeye muhtaç bir varlık olarak doğuyor. Uzun yıllar içinde yetişmesi ise başta anne babası akrabaları olmak üzere sayısız insanın desteğine ihtiyaç duyuyor.
İnsanlık aleminin ve yeryüzündeki hayatın sağduyu ve denge üzerinde yaşanabilmesi için insan yavrusunun eğitimine özel bir ihtimam göstermesi gerekir. Ancak her insan bireyinin sağduyulu davranabilmesi kadar bunun tam tersi davranışlar içine girmesi de muhtemeldir. İnsan teki kendi mutluluğu için başkalarının hakkını gözetmeyebilir ve hak gaspına sebep olabilir. Böyleyken insanın sahip olduğu fıtri donanımlar potansiyel olarak kendisinde mevcut olduğundan önemli olan bu potansiyeli eğitimle harekete geçirebilmek ve insanlık ailesinin faydasına yönlendirebilmektir.
Dikkat çekilmesi gereken nokta şudur ki ekonomik hayatın gelişmesiyle, eğitim eskiden olduğu gibi geleneğin ve ailenin himayesi altında değildir. Hatta ailenin etkisi olabildiğince zayıflamıştır. İnsanlık aleminin devamı ve sağlığı eskisinden daha fazla okula ve verilen eğitime bağlı olmuştur. Artık eskiden geleneğin ve ailenin verdiği ahlaki ve toplumsal değerleri de okul müfredatının vermesi beklenmektedir. Bu ise insan hayatındaki sac ayağı dengesini bozmaktadır. Yani ebeveyn- okul- öğretmen dengesi okul lehine değişmiştir.
Kimilerine göre okula giden öğrenciye olabildiğince bilgi vermek gerekir. Bu bilgi bombardımanı sonrasında mutlaka bir üniversiteye yerleşmelidir. Üniversiteye yerleşme mümkün olmazsa okul işlevini yapmamış demektir diye düşünülüyor. Bu bir yere kadardır. Her şey bilgi vermekten ibaret değildir. Ayrıca kupkuru bir bilgi ahlaki ve insanı değerlerle yorumlanmadığı ve içselleştirilmediği zaman zararlı ve tehlikeli sonuçlar da doğurabilir. Üstelik dijital çağın sonucu bilgi herkese bir tık uzaktadır. Yani insan istediği anda istediği kadar bilgiye erişebilmektedir. İsteyen insan bilgiyi alıp işleyebilir. Bilgi cansız bir şeydir. Okula giden insan ise canlıdır. Duygulara, arzulara, hedeflere, beklentilere sahiptir. Bilgi insan tarafından özenle işlenirse, yorumlanırsa etkinlik ve canlılık kazanır. Böyle bir bilgi ise güçtür. Bilgiyi üretken bir hale getiren gücü de eline geçirir. Yani bilgi, bilgi çağı dediğimiz bu çağda çok çok önemlidir fakat yine de her şey değildir. Gençlere hayat boyu gerekli olan becerileri kazandırmanın yanında toplumsal refahın sağlanabilmesi için de insani ve ahlaki değerler verilerek, edindikleri bilgiyi özümseyebilme ve üretebilmeleri sağlanmalıdır. Her kademedeki okul eğitiminden, insanın hem kendini gerçekleştirmesi hem temel yaşam gereksinimlerini kazanmasını sağlayacak bir meslek edinebilmesi hem de topluma yarar getirecek bir üretkenlik ortaya koyabilmesi beklenir.
Eğitim derken, insan tekselliğinin yok edilmesi ve teklerin arılar ve karıncalar gibi toplumun bir aleti haline getirilmesi demek değildir. Çünkü teklerin kişisel özgeliği ve amaçları yoksa böylesi kişilerden oluşan bir toplum, gelişme gücü olmayan fakir bir toplum olarak kalır. Tam tersine bağımsız olarak bilgiyi işleyen ve düşünen tekler yetiştirmeye bakmalı, fakat bu tek bireyler, hayatlarının en yüce amacı olarak topluma hizmeti götürmeli ve insani potansiyellerinin zirvesine çıkabilmelidirler. Bir diğer söyleyişle bilgiyi ahlak ve insani değerlerle donatıp işlemek ve özümsemek gerekir ki dengeli insanlar yetişebilsin. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” olabilecek kalitede insanlar yetiştirmek elzemdir. Bencilce dürtülerini bilginin sağladığı güçle kullanan insanlar başta kendilerine sonra da tüm insanlık ailesine zarar verirler. Bu durum eğitimin de işlevinin yerine gelmediğinin göstergesidir.
Peki, ne yapmalı? Kişilikleri oluşturan sadece doğuştan getirilen özellikler, duyular, söylenen şeyler değil, çalışma ve iş görmedir. Ataların deyişiyle “işe koşmak”. İnsanı en iyi geliştirme yollarından biri çalışmak, çabalamaktır. Onun için eğitim yöntemlerinden en önemlisi her zaman öğrenciyi gerçek bir işe sürmek olmuştur. Yaparak, yaşatarak öğrenme en kalıcı yöntemdir. İster bir ilkokul öğrencisine yazı öğretmek, ya da doktora öğrencisine tezini hazırlamakta uygulanabilir. Hatta bir şiirin ezberlenmesi, bir yazı ödevinin yapılması, bir metnin çevrilmesi, bir matematik problemini çözülmesi ya da spor antrenmanının yapılması bizzat öğrenci tarafından yapılmadıkça öğrenilemez, alınacak ders alınamaz. Bilginin işlenmesi ancak uygulatarak mümkün olur.
Yapılan iş ne olursa olsun arkasında büyük bir itki bulunur. Bu itki sayesinde öğrenci desteklenir ve beslenir. Bu da öğrenciler arasında bu safhada ortaya çıkan farklılıklar ve ayrılıklardır. Aynı işin kaynağında kimisi için korku ya da zorlama, üstünlük sağlama tutkusu veya konuya duyulan ilgi olabilir. Hatta belki her çocukta bulunan fakat kısa sürede zayıflayan kutsal öğrenme merakı da olabilir. İnsan yavrusunda doğuştan bulunan kutsal öğrenme merakı, müfredatla köreltilmemeli, tam tersi daha fazla beslenmeli ve gelişip serpilmesi sağlanmalıdır.
Merak unsurunun canlı tutulması öğrenci açısından çok önemlidir. Öyle ki sabah okula gitmek için çıktığında o gün öğreneceği şeyler için tarifsiz bir heyecan duyabilmelidir. Bunu başarabilmeyi tek başına öğrenciden beklemek doğru değildir, destek gereklidir. Okul- aile iş birliği, okul idaresinin özverili yaklaşımı ve idealist öğretmenlerin empatik yaklaşımı ile özgüven kazandırıcı teşvikleri bu heyecan korunabilir. Bir diğer yolu da okul içinde öğrencilerin gelişimine fayda sağlayacak etkinliklerin yapılmasıdır. Esasen okul kültürü dediğimiz olumlu kazanımlar bu etkinlikler sayesinde mümkündür. Bu etkinlikler öğrencilerin saklı kalmış yeteneklerinin ortaya çıkması, başarılı olabileceği meslek alanlarını keşfetmesi ve ömür boyu severek yapmak isteyeceği mesleğe yönelmelerinde çok etkili olacaktır. Özellikle lise yıllarını etkinlik ve faaliyetle geçirmiş bir insan, yetişkinlik hayatında da girişken, özgüvenli ve yapması gereken iş ve sorumluluklara daha iyi adapte olabildiğini gözlemleyebiliyoruz
Sözün sonu; Korona salgınıyla birlikte insan, fıtratına en ters olan bir durumla karşı karşıya kaldı. Hareketsizlik. İnsan yaşamında bir nevi ölümle eşitlenebilecek bir durum bu. Ve insanlık bu hareketsizliğinin sosyal, psikolojik travmalarını tecrübe etti, daha da edecek. Atalete giren insanlık, eğitime işlerlik kazandırarak bu olumsuz durumdan bir an önce kurtulabilmelidir. Çünkü biliyoruz ki bitki ve hayvan gibi ortak özelliklere sahip olan beşer denen varlık, ancak eğitim ile insan denen eşref-i mahlukat olabilir, vesselam.
YORUMLAR