Reklam
Reklam
Her Şey Zorlaştığında
Şükran Taşdelen

Şükran Taşdelen

Her Şey Zorlaştığında

14 Şubat 2024 - 12:14

Yaşıyoruz. Bir yaşam süresince bize tahsis edilen ömürde, görüp bileceğimiz sayısız ahval ile karşılaşıyoruz. Başkalarının başına gelirken bizi fazla sarsmayan haller, durumlar başımıza geldiğinde işte o zaman feryat figanı koparıyoruz. Oysaki öncesinde dillerimizde bilinçsizce tekrarladığımız bir nakaratımız vardı. “Her şey insan için”di hani. 
İnsandı bu, şerefli mahluk olarak konumlandırılarak Yüce Yaratanı tarafından dünyaya gönderilen. İnsandı bu, ona iyiliği de kötülüğü de ilham edilen. Ne ki seçme iradesi bahşedilip, neyi seçecekse ona göre değer kazanıp kaybeden varlık. Seçimleriyle yücelip, seçimleriyle hayvandan aşağı derecelere düşen… Çokça unutup, hatırlatıcılara kulak tıkayan hep insan. Onun dışındaki tüm varlıklar ister hayvan ister bitki olsun kendisine ilahi kader olarak çizilen çizgisinden milim sapmadan, varlık amacına göre yaşayıp giderken, bir tek insan kaderini zorlayan ve değiştirendir. Amma velakin insanın kadere bunca hükmedebilmesi diğer tüm yaratılan mahlukatı ve hatta kâinatı bile sarsabiliyordu. 
Yüce Yaratan insanı olumlu olumsuz tüm ihtiyaç duyacağı donanımlarla teçhiz ederken ona yol göstericiler de göndermişti. Resuller ve kitaplar unutan insana hatırlatacaktı. Nitekim hatırlattılar o Resuller. Son Resul ve Nebi geldiğinde akıl yetisinde ve imkanlarında muazzam değişiklikler ve gelişmeler olmuştu. Artık bilgi ve teknik olarak dünyayı kâinatın gözbebeği yapabilecek bir istidata ulaşmıştı. Fakat gelin görün ki kısıtlı ömür süresince serbest seçim hakkına sahip kılınan insanoğlu, varlık amacı olan dünyayı kulluk üzere imar etme görevini de unutmuştu tekrardan. Oysaki bu görev ciddi bir sorumluluk yüklemişti ve daha Kalu Bela’da iken insan bu görevi yüklenmişti gözü pek bir şekilde. Ne ki görevini yerine getirmekte ihmalkâr davranmıştı. Unutmuştu… Unutmanın geçerli mazeret olduğunu zannederek…
 Değildi, unutmak mazeret değildi ve hala görevi ifa edilmek üzere kendisini bekliyordu. Dünyayı düzene ve adalete kavuşturması beklenen insan ifsat etme rolünü kendine daha yakın bulmuş olmalı ki gittikçe fesadı yaydı. Bozgunculuğunu yayarken kendisine gönderilen ilahi ihtarları görmezden gelerek, bazılarını tahrif ederek Rabbin muradından çoktan uzaklaşmıştı. Ancak gelin görün ki ifsat eden insan, fesadını çoğaltırken tüm varlıklara “Ben ıslah ediyorum! Size özgürlük getiriyorum! Adalet! Eşitlik! İnsan hakları!” diye bağıra çağıra dayatarak yapıyordu bunu. İnsanların düşünce yetilerini manipüle ederek, gelişen teknolojisiyle toplu rüya gördürme işinde oldukça ilerlemişti. Katlediyordu, kan döküyordu. Başkalarının topraklarını, yaşam haklarını acımasızca çalıyordu. Öldürülen canlara, bebeklere bile acımıyordu. Durmaksızın sömürüyordu, sömürdükçe azmanlaşıyor, canavarlaşıyordu. Öldürmekle kalmıyor, kanlarını içiyor, derilerini yüzüyor sonra da genç kalma ihtirasıyla kendine enjekte ediyordu. İstiyordu ki bin yıllar yaşasınlar! Ama ölüme çare bulamamıştı henüz! Bu haliyle bulsa ne olacaktı ki? İnsanlıktan, ahlaki değerlerden soyundukça ne kendine ne hem cinsine ne de mahlukata faydası olmuyordu ki. Sadece yerleri ve gökleri sarsan zulmünü arttırmakla kendine zarar veriyordu. 
Görünen o ki dünya üzerinde büyük çoğunluk kötülüğün amansız saldırılarıyla sindirilmiş, belki alıştırılmış bir acizlik gösteriyor ve aslına bakılırsa sayısal olarak da bir avuç olarak görülen kötülükle baş etmede yetersiz kalıyordu. Dünyaya kök saldığını düşünüyor olsa gerekti ki dünyalık kayıplarını düşünerek küresel kötülüğe karşı çıkamıyordu. Menfaat ve kazançlarını düşünerek gelirindeki birkaç kuruşluk azalmayı kabullenmediğinden insanlığını, vicdanını, ruhunu şeytana satıyordu. Kötülüğün lideri, nar sultanına boyun eğiyordu! 
Yine de canı çıkmadıkça insandan umudun kesilmesini istemeyen yine onu yaratan Rabbiydi! Fıtratındaki tüm güzel hasletlerine sahip çıkan, iyiliği, hakkı, hakikati, adaleti, eşitliği kendisi için istediği kadar tüm varlık için isteyen insanlar da az değildi. Onlar da en az kötülüğün neferleri kadar kararlıydılar. Kötülüğün salt kötülük olduğuna direnerek, can vererek, kan kusarak kanıtladılar. Her şeylerini kaybettiler, annelerini, babalarını, çocuklarını, tüm sevdikleri arkadaşlarını, dostlarını, kedilerini, köpeklerini…Başka seçenekleri kalmamıştı. Böylesine derin bir gaflet uykusunda olan insanlığı onların bu direnişi ancak uyandırabilirdi!
Nitekim küresel kötülüğün hiç ummadığı şekilde dünya dönüştü! Değişti. İnsanı insan yapan değerlere keskin bir dönüş yaşandı. Kötülük ve kötülüğün baronları kazanıyor gibi görünürken kaybettiler! Gerçi onlar ezelden beri kaybetmeye yazgılıydılar. Ama bu kadim bilgiyi de unutmuşlardı! Unutan insan nasıl da zalimleşirmiş, gördü tüm insanlık.
Şimdi insana düşen nedir? Her şey zorlaştığında insan kalabilmenin yolunda ilerlemektir. Yüce Yaratıcının ilahi donanımlarına sevgiyle, merhametle, fedakarlıkla varmaya çalışmaktır. İnsan bu mücadelede Rabbini yanında, şah damarından daha yakın olarak yanında bulacaktır. İşte bunu her daim hatırlamalıdır! İlahi tüm kitapların hakikatleri işte bunları dillendirir. Unutturmak isteyen unutturuculara, göz boyayıcılarına, illizyona, büyüye, demagojiye değil, işte bu Rabbimizden gelen hakikate inansın! Her şey zorlaştığında bir depremde, bir sel baskınında, bir toprak kaymasında hayattan çok ölüme yakın olduğunda Rabbine doğru yol almakta olduğunu hatırlasın! Baki olan tek varlığın Rabbi olduğunu ondan başka hiçbir şeyin hakikat olmadığını anlasın insan. Hasbunallahü ve ni’mel vekil desin. Ve…En sonunda La İlahe İllallah, Muhammed’ur Resulullah diyerek can versin!

YORUMLAR

  • 0 Yorum