“Hikmet, müminin yitik malıdır. Nerede bulursa alır.” diyor kutlu Resulümüz. Batı felsefesinde bile hikmetin yurdu Doğu’dur. Nice Müslüman alim ve insanlığa güzel örnek olabilen insanlar yetiştirmiş bir özge diyar. “Hindistan’ın en ünlü insanı kimdir?” diye sorulsa istisnasız Mahatma Gandhi’dir denir. En azından birçok insanın aklında ilk etapta gelen biridir. Yaşam öyküsü oldukça ilgi çekici ve bir insan olarak sahip olduğu değerleri hayatıyla sahiplenmiş takdire şayan biri. Dini inanışı farklı olsa da sahip olduğu değerlerin evrensel olduğunu söyleyebiliriz. Hem insanlar, güzel örneklik oluşturmuş herkesten birşeyler öğrenebilirler. Buna ihtiyaçları da vardır.
Mahatma Gandhi hakkında Albert Eienstein’nın şöyle dediği rivayet edilir; “Bir zaman gelecek insanlar böyle bir insanın dünyada yaşayıp geçtiğine inanamayacaklar.” (Peygamber’e inanmayan, Gandhi’ye hiç inanmaz ya, neyse) Dünyevileşen, maddeperestliğin zirvesine yerleşen ve gittikçe insani özelliklerinden uzaklaşan 21.yy insanı için oldukça ütopik bir hayat yaşamış. Yine de fıtratı temiz ve aklı başında olan milyonlarca insanda, kendince bazı dersler çıkarabileceği derin izler bırakabilmiş. Her insanın doğru fikirleri ve doğru yaptıklarından kendimize bir ders çıkartmalıyız diyorum. Onun fikir ve düşüncelerini öğrenmek istediğim kadar, bir insan olarak samimiyeti ve inandıklarına bağlılığını ömrü boyunca ispatlamış olması ona saygı duymamı sağlıyor.
Torunu Arun Gandhi’ye verdiği yaşam dersleri ve yaptığı nasihatler, kimsenin karşı çıkacağı bir yamukluk taşımadığı gibi hemen tüm dinlerin savunduğu evrensel değerleri ihtiva ediyor. Düşünceleri içinde en çok ilgimi çeken de şiddet üzerine söyledikleri. Gandhi “sivil itaatsizlik” eylemiyle tanıdığımız bir aktivist aynı zamanda. İngiliz sömürgeciliğine ve Hint halkını küçümseyici, yıkıcı politikalarına karşı verdiği pasif itaatsizlik çıkışıyla dünyanın nazarlarını üzerine çekmiş. Başlattığı hareket, İngilizlerin kendi adalarına çekilmesine ve Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının yolunu açmış. Şiddetsizlik felsefesiyle, sevgiyle, merhametle insana yaklaşımı önemseyen, sorunları anlayış, diğerkâmlık zaviyesinden çözmeyi amaçlayan Gandhi, bugün dahi şiddetten zarar gören insanların ilgisini çekiyor.
Şiddet sorunsalının ve sarmalının insan cinsinin bir teki olan kadın etrafında yoğunlaştığı bu demlerde, şiddetsizlik ne kadar naif ve kırılgan duruyor. Fakat ilginçtir, onun nazarında şiddetin de çeşitleri var. Şiddet, sadece fiziki kuvvetle uygulanan bir zorbalık değildir. Mesela “Savurganlık da şiddettir” görüşü çok manidar.
Gerçekten de bir şeyleri boşa harcamak, kötü bir alışkanlık olmanın ötesinde, başka insanların hakkına girmek, dünyaya karşı kayıtsızlık ve doğaya karşı bir suçtur. Çünkü doğadaki hiçbir şey boşa gidemeyecek kadar değerli ve bir başkasının rızkıdır diye düşünüyorum. Boşa harcadığımız şey ne olursa olsun, buna ihtiyacı olan birileri vardır. Haksızca harcayarak onlara bu nimetin erişmesini engellemiş oluruz. Bu da zulümdür, israftır. Günümüz insanının açgözlülüğü ve alışkanlık haline getirdiği savurganlıklar, yoksulluğun sürüp gitmesine sebep oluyor. Bu da nereden bakarsanız bakın insanlığa karşı işlenen bir suçtur. İsraf etmeyi gelişmişliğin, modernliğin gereği gibi gören cahillere bir şey demek bile sözü israftır. Onlar henüz insan olmanın farkına varamamış zavallı gafillerdir.
Gandhi’ye göre şiddet, yedi büyük günahtan doğar;
Emeksiz servet- emek sarf etmeden insanları sömürenlerin hain kan emici oldukları anlaşılırsa
Bilinçsiz haz- Sonunda getireceği sorumlulukları hesaba katmadan bir ömür heba olabilir
Ahlaksız ticaret- güven tesis eden ticarete insanlığın ne kadar ihtiyacı olduğunu, ölçüsüz rekabetin getirdiği ekonomik zulmü hatırlarsak
İnsaniyetsiz bilim- Teknolojik ve bilimsel gelişmişliğin insanlığı getirdiği yok olma noktasına bakıp “Hani herşey insan içindi?” diye sormamız ve insanı yaşatmayan teknolojinin neye yaradığını sorgulamamız
Kişiliksiz bilgi-Salt kendi bencilce kazancını düşünen insanın elinde nasıl bir silah olduğu
Özverisiz ibadet- İbadetin insanı getireceği manevi seviyelerden mahrum kalmış olmanın kofluğu
İlkesiz siyaset- İnsan topluluklarını ve devletlerini karşı karşıya getiren ve ötekini ihma etme çılgınlığına ulaşmış bir dünya siyasetinin, iki büyük dünya savaşını tarihe kazandırmış olduğunu düşünürsek; Gandhi’nin kendine göre bu günahları belirlemede ne kadar isabetli olduğunu da anlamış oluruz.
Gandhi’nin felsefesinde, şiddetsizliğin beş temel direği; saygı, anlayış, kabul etme, minnettarlık, merhamettir. Bunlar aynı zamanda medeniyetin de temel ilkeleridir. Hem dini, hem ahlaki ilkelere hayatında yer vermeyen modern insanlar için ütopik görünse bile insanlığın faydasına olan ahlaki ilkelerdir. Birileri küçümsese bile hakikat, insanlığın bu ilkelere muhtaç olduğudur.
Eğitim camiası içinde olup öğrencilerin birbirleriyle ilişkilerine yakından şahit biri olarak da şunu söylemek mümkün. Psikolojik şiddetin alasını gençler birbirlerine reva görüyorlar. Şu an hatırama geldi. Bir kitapta okumuştum, Gandhi’nin şiddetsizlik felsefesiyle tanışan bir genç kızın dönüşümünü...
Söz konusu genç kız, kilosu yüzünden alaylara maruz kalan bir öğrenci. Gandhi’nin anlayışını kendisine örnek almış ve bir karar alıp uygulamaya koymuş. Okulda kendisine sataşıp alay edenlere o, güzel sözler söyleyerek karşılık vermeye başlamış. Onların nefret kokan söylem ve sataşmalarına karşılık, sevgi dolu ve nazik yanıtlar verince, alay edenler ne yapacaklarını şaşırmışlar. Zamanla şunu idrak etmiş. “Zorbalar aslında güçlü görünmek isteseler de güçlü değillerdir. Kendilerinden güçsüz birini gördüklerinde kendilerini önemli hissetmek için güçsüz kişiye saldırırlar.” Kilolu kız, okulunda “pırlanta yürekler” diye bir grup kurmuş ve arkadaşlarını sorunlarını birbirlerinin canını yakmak yerine sevgiyle çözmeye davet etmiş. Oldukça tutulan bir grup olmuşlar ve Hintli öğrenciler arasında popülerleşmişler. Şiddetin yerine sevgi, anlayış ve empatiyi koyan bu gruptaki gençlerin, yetişkinlikte gerçekten de pırlanta gibi insanlar olacaklarını hayal etmek güç değil.
Çoğu insan, bu genç kızın sahip olduğu yüce gönüllülüğe, hayatları boyunca ulaşamıyorlar maalesef. İnsanın içini ısıtan, sevgi ve merhametle yol alan bir eylem bu. Hala insandan umudu kesmememizin gerektiğini hatırlatan naif bir hareket. Bu örnekten kim, nasıl bir ders çıkarır kendine, bilemem. Fakat şu bir gerçek; iddialarınız için deneneceksiniz! Evet, söyleyip durduğunuz hayırlar, erdemli davranışlarda ve güzelliklerde ne kadar samimisiniz? Gerçekten söylediklerinize kendiniz inanıyor musunuz, sınanacaksınız. İnandıklarınızla, yaşadıklarınız uyuşmuyorsa hesaba çekileceksiniz.
Gandhi’nin “Özgürlüğün ilk adımı insanın içinden gelir.” sözüne bütün yüreğimle katılıyorum. İyi bir şeyler yapmak istediğinde, içlerinde habis duygular olan, kötü niyetli insanlar, “Önce seni görmezden gelirler, sonra sana gülerler, sonra seninle dövüşürler ve sonunda sen kazanırsın.” der mütevazi bir şekilde. O kara kuru, çelimsiz ve zayıf insan, çıkrığının başında ip eğirerek, naif gülüşüyle, insanlığa kendince ders verir. Kendisini küçümseyenlere aslında çok derinden ve hakiki bir ders vermektedir. Fakat insanlığın değerlerine kendilerini açmayan bedbahtlar, bunu anlayabilme ve takdir edebilme kabiliyetinde olamıyor çoğu zaman. Hatta bazen kötü niyetlilerin davranışları karşısında çok üzülüp öfkeye bile kapılabiliyorlar. Ama “Öfkeyi bile iyi şeyler için kullanman gerek” der Gandhi. Bu özverili, merhamet kokan davranışlarıyla sadece insan tekinin değil, insanlığın kazanacağını bilmekte gibidir.
Belki de iyi niyetimizi korumanın en emniyetli yolu, sebatkar olmak ve yapıp edeceklerimizi sunacağımız ilahi kaynakla bağımızı hep diri tutmak... İnsanlar değil, alemlerin Rabbi ödüllendirecektir bizi. Bu önemli noktayı unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Başkalarını memnun edip mükafatlandırılacağını düşünen varsa, insanın nankör olabilme ihtimalini hatırlatmak isterim. Bu yüzden insan kendi değerinin farkında olmalı. İnsana değer bahşeden de Allah’tır. Kendini bilen Rabbini bilirdi ya, Allah’a yönelmeli insan.
Kimileri “Gandhi gibi başka bir dininin müntesibinden ne örnek alacağım?” deyip küçümseyebilir fikirlerimi. Ancak burada söz konusu olan bir dine mensubiyetten çok insani evrensel değerleri kabul etmişlik durumudur. İnsanlığın faydasına olan güzel, doğru, yapıcı, barışçıl, insanlık tarafından kabul edilen tüm değerler, İslam’ın da kabul ettiği değerlerdir. İnsanlığın ortak değerleridir; mesela dünyanın neresine giderseniz gidin dürüst insan saygı görür, el üstünde tutulur. Yalan söylemeyen, dosdoğru olan, ahlaklı olan insan hakeza. Yardımsever, merhametli, insanlara faydası dokunan kişiyi herkes sever, itibar gösterir. İnsani, ahlaki ve dini değerleri önemseyen ve yaşayan insanlara herkes güvenir, sayar ve sever.
Esasen insanı asıl yargılayacak olan da Rabbimizdir. Allah’ın iyi niyetli, barışçıl, merhametli insanlara rahmet nazarlarıyla bakacağını ve onlara şiddet, nefret dolu, hoşgörüsüz ve yıkıcı insanlardan farklı muamele edeceğini biliyorum. Çünkü Rabbimiz Rauftur, Ğafirdir, Rahmet ve merhamet sahibidir ki, kullarına merhametiyle muamele eder.
Bu yüzden farklı bir dine mensubiyetleri, insanların ahlaklı, iyi, güzel ve doğru davranışlarını görmemize engel olmamalıdır. Dünyaya katacağı değeri katıp, mühletini doldurup gitmiştir. Felsefesiyle bıraktığı tesir, etkilediği insanlar bir yönüyle ona şahit olacaklar. Nihayet Rabbinin huzuruna o da gidecektir.
Hikmet dedik ya en başta. Resulullah(sav) Dinine bakıp alın demiyor. Doğru söz ve davranış kimden sadır oluyorsa ondan almak lazımdır diye anlıyorum bu hadisi. Doğrusunu yine Allah ve Resulü bilir.
YORUMLAR