İsrail’in zulmünü teyid babından…
Filistin meselesini iyi anlamlandırabilmek için araştırmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu satırların büyük bir tarih bilinciyle okunması ve anlaşılmasını umuyorum.
Siyasi Siyonizm’in derin köklerini açığa çıkaran Martin Buber, bu görüşün Yahudilikten değil, fakat günümüzde devlet fikrini din gibi putperestliğe kadar götüren 19.yüzyıl Avrupa Milliyetçiliğinden çıktığını belirtmekte ve İsrail devleti için şunları söylemektedir:
“Yahudi dini kökünden koparılmıştır. Bu hareket, (toprak istemenin yeni şekli ve Siyonizm) ve onun arkasında yatan her şey, bütün modern Yahudi milliyetçiliğini maskeler biçimde Batı modern nasyonalizminden almıştır.” Daha sonra siyasi Siyonizm’in milliyetçilik krizini söz konusu eden Buber, bu davranışı Yahudi maneviyatının bir sapması olarak nitelemekte ve şöyle devam etmektedir; “Yahudi milliyetçiliğini, bir halkı putlaştırma tehlikesinden kurtarmak istiyorduk, başarılı olamadık…”
Filistin’in Araplara ait olduğunu hatırlatan ve “bu ülkede Araplara karşı bir Yahudi üstünlüğü kurmanın doğru ve insani olmayacağını” bildiren Gandi’ye karşı Buber şöyle cevap verir; “Biz onları sürüp çıkarmak değil fakat onlarla birlikte yaşamak istiyoruz…” demişti. Yine New York’taki bir konferansta Buber, “Ortadoğu’nun barış ve sükûnet içinde yaşaması ile Yahudi Rönesans’ı birlikte düşünülmeliydi. Her türlü kuvvete başvurma eğilimi ortadan kaldırılmalıydı” diyor ardından ekliyordu. “Teorilerin en tehlikelisi ve en yanlış olanı Tarih’in kuvvetle yapıldığı yolunda ileri sürülen görüşlerdir…” diyordu. Bu görüşleri sebebiyle Buber Siyonist örgütlerin şartlanmış ajanları tarafından hemen “anti İsrail” yani “ antisemit” olarak damgalanıyordu.
“Siyonizm’in en büyük başarısı Yahudileri “Yahudilikten çıkarma” olmuştur” diyen Benjamin Cohen de, Siyonistlerin canavar tabiatını şöyle nitelendiriyordu: “Begin ve Sharon’un ikili hedeflerine varmamaları için elinizden ne geliyorsa yapın! Bunlar Filistinlilerin vücudunu ortadan kaldırırken İsraillilerin de insani duygularını tamamıyla yeryüzünden silmeyi planlıyorlar.”
Bugünkü Siyonist yöneticiler aklıselim hiçbir görüşü dinleme taraftarı değillerdir. Hatta Yahudiliğin büyük geleneği içinde kendi politikalarını doğrulayan anlatımların dışında hiçbir şeye kulak tutmak niyetinde değillerdir. Onlar “peygamberleri öldüren akıl hocalarının” yollarını seçmişlerdir.
Gerçek şu ki Siyonist İsrail devletinin politikasına yönelen her türlü eleştiriyi “antisemitizm” olarak görme ihaneti yüzünden dünya üzerinde gerçek bir “Yahudi ırk aleyhtarlığının” doğması ihtimali de vardır. Antisemitizm tehlikesini besleyecek en büyük tehlikeyi yaratanlar “Temsilci” denen bazı Siyonist organizasyonların yöneticileridir. Onlar kendilerini Siyonist İsrail devletinin gizli ajanı olarak tanıtmakta ve hatta onun cinayetlerini ve en büyük yalanlarını dahi üstlenmekte, her olaydan sonra derhal sloganlar yaymakta ve üstelik “Yahudi topluluğunun” tamamı adına konuştuklarına herkesi inandırmaktadırlar.
Begin ve yandaşlarının ve şartlanmış hahamları tarafından açılan “kutsal savaş” çağrılarına kulak tuttukları için ve bunların Kitab-ı Mukaddes’i aşiret kafasıyla yorumladıkları “seçilmiş halk” veya “vaad edilmiş toprak” gibi sloganlarını ağızlarından düşürmedikleri sırada büyük bir kavram kargaşalığı doğmuştur. Hâlbuki Ortadoğu’da gerçek bir barış isteyen Avrupa ülkelerinin her şeyden önce “kutsal metinlerin” böylesine çarpıtılmasına karşı çıkmaları ve vahşi Siyonist politikalara dayanak yapılmasını önlemeleri gerekmektedir.
Örneğin 14 Mayıs 1948 tarihini taşıyan İsrail devletinin kuruluş bildirisinde “ Yahudi halkının tabii ve tarihi hakları dolayısıyla” bu devletin Filistin’de kurulduğu ileri sürülüyordu. Bu “tarihi haklar” kavramı, Siyonist propagandada devamlı olarak “vaat edilmiş” toprak kavramı ile birlikte yer almaktadır. Bu kavram İsrail halkına Filistin toprağı üzerinde, sahip olmak ve yerleşmek için gerçek bir “tanrısal hak” sağlamaktadır.
Ancak tarihe kısa bir yolculuk yaptığımızda karşımıza İsrail’in tezlerini kuvvetlendirecek hiçbir bulgu geçmemektedir. Üzerinde İsrail adı görülen en eski belge M.Ö. 1225’e doğru kazılmış Firavun Mernepta’nın zaferini öven bir taş kabartmadır. Bu taşın üzerinde sadece Firavun ’un Filistin şehirlerini ele geçirdiği “İsrail’i yıktığı”, “İsrail’in ortadan kalktığı, bu ırkın artık yeryüzünden silindiği” yazılıdır. Metnin üzerinde İsrail’e ait tek bir satır daha yoktur.
İsrail’in halklar tarihinde bıraktığı bu silik izlerden ilk olarak şu iki sonuç çıkmaktadır; öncelikle İsrail’e, bu toprakların ilk sahibi olduğu iddiasına dayalı olarak “tarihi haklar” vermek imkânsızdır. Zira yabancı aşiretler Arami dalgaları halinde Filistin’e geldiklerinde burada yerli Ken’anlıları, kendi kurdukları Hebron çevresinde Hititleri, Amman yakınlarında Ammonileri, Ölü Deniz’in doğusunda Moabileri ve güneydoğuda Edomileri bulmuşlardı. Aramilerle beraber denizden gelenler de vardı: Carmel ve çöl arasına yerleşen bu kişilere Filistin’ler adını taşıyordu. Bugün Filistinliler diye anılanlar bunlardır. Dolayısıyla bu insanlar Arap kökeninden geliyor değillerdi. Araplar bu topraklara 7. Yüzyılın başlarında küçük gruplar halinde geldiler ve İsrailliler dâhil yerli halkın çoğunu Müslüman yaptılar. Yerlilerle evlenerek onlara karıştılar ve kendi dillerini yöreye aşıladılar.
Arapların Filistin’de görülmeleri etnik olmaktan çok kültürel bir olaydır. Filistinliler eski Ken’anlılara karışmış ve onlardan türemiştir. En az beş bin yıldan beri yani tarih başlangıcından bu yana yaşayan Ken’anlılar, Filistinlilerin cedleridir. Ancak daha sonra gelen Filistinliler bölgeye kendi isimlerini verdiler. Ayrıca bu ülke Babil, Hitit ve Mısır egemenliklerinden sonra İranlıların, Yunanlıların, Romalıların, Arapların ve Türklerin geçit alanı olmuştur.
İsrail ülkesinin “ilk sahipleri” tarihin şafağından beri burada oturan işte bu Filistinlilerdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Yahudi halkının erken tarihine ait, Kitab-ı Mukaddes metinlerinin dışında hiçbir belge yoktur! Ayrıca 10. Yüzyılda Hz. Süleyman’ın saltanatından önce hiçbir kutsal metin düzenlenmiş değildir. Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra Davud’un krallığı bölündü. Pers kralı, Babil’i zapt ettiği zaman sürgünlerin eski ülkelerine geri dönmelerine izin verdiyse de çoğu Babil’de kalmayı uygun gördü. Dolayısıyla İbraniler İsa’dan iki yüzyıl önce İskender’in neslinden gelme Selevkiyeli Antiochus Epiphane’a karşı Makkabiler’in isyanına kadar sırasıyla Pers, Yunanlı ve Romalı egemenliği altında yaşadılar. Makkabilerin başkanlığında İbraniler yirmi yıl süren acımasız bir boğuşmadan sonra “Asmoni” isimli bir krallık kurdular. Ancak bu krallık iç savaşlarla baş edemedi. İsa’nın doğumundan 63 yıl önce Romalı Pompee geldi ve Filistin’i aldı. Ülke Herodot’la Roma’ya bağlı bir monarşi, daha sonra Roma’nın vilayeti oldu. İbraniler, Romalılara karşı M.Ö. 70. Ve 132’de iki defa ayaklandılar. İkinci Bar Kochba ayaklanması bastırıldıktan sonra büyük tapınak tahrip edildi. Yahudi halkı bütün Akdeniz limanlarına dağıldı. İsrail topluluğunun Filistin’deki varlığı sona erdi.
1170’de Kudüs’ü ziyaret eden Yahudi hacısı Tuleytullu Benjamin bütün Filistin’de sadece 1440 Yahudi bulunduğunu yazar. Nahum Gerondi ise, 1257’de Kudüs’te iki Yahudi ailesine rastladığını söylemektedir. Bu arada 1099’da Haçlılar Kudüs’ü ellerine geçirerek Yahudileri sinagoglarına doldurup yaktılarsa da Selahaddin 1187’de şehri yeniden ele geçirdi ve Yahudilerin geri dönmelerini sağladı.
Yahudiler Filistin’e “babalarının toprağını” özledikleri için değil, işkenceden kurtulmak için geri dönmüşlerdir. 15. Yüzyılda ilk defa İspanyol Yahudileri buraya geldiler. Hâlbuki İberya yarımadasında Araplarla birlikte geçirdikleri sekiz yüzyıl içinde böyle bir ihtiyaç duymamışlardı! Yahudileri İspanya’dan kaçıran “çok Hıristiyan” kralların hoşgörüsüzlüğü ve engizisyon zulmüdür. Aralarından çok az bir insan kalabalığı Filistin’e ulaşmıştı. Büyük çoğunluk Fransa, Hollanda, İtalya, Mısır, Kıbrıs ve Balkanlara yayıldı. 1845’te Filistin’de 350.000’e ulaşan bir nüfus kesafeti arasında sadece 12.000 Yahudi yaşıyordu. 1880’de 25.000’e ulaştılar. 1882 Rus işkencesi yeni bir Yahudi dalgasını getirdi. Bunu Polonya ve Romanya Yahudileri takip etti.
Theodore Herzl’in “Yahudi devleti” isimli eserinin yayınlanmasıyla gelişmeye başlayan siyasi Siyonizm’in hareketlerini anlayabilmek için “tarihi haklar” meselesini gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Devamı var…
YORUMLAR