Filistin’de mücadele eden mücahitlere vefa babından…
İsrail yine insanlıktan çıkmış olduğunu belgeledi. Gazze’ye saldırdı. Filistinli Müslümanlara reva gördükleri canavarlıklarını dünyanın gözüne gözüne koyarcasına hem de. Haydut devlet İsrail bu saldırıların hesabını bir gün insanlığa vermek zorunda kalacaktır elbette. Ancak Filistin meselesinin daha iyi anlaşılması gerekmektedir kanımca. Bu yüzden daha önce araştırdığım bu konuyu burada paylaşmak istiyorum.
Bugün dünya gündemini işgal eden en önemli insani konu hiç şüphesiz Filistin’dir. Filistin’i anlamak ve anlatmak için “çarpıtılmamış” bir tarihten yola çıkmak gerekmektedir. Dokunulmaz bir mesele olarak kabul ettirilen İsrail ve onun terörist devletini değil uyarmak tenkit edince bile hemen en ağır suçlamalara uğradığını söyleyen Roger Garaudy, siyasi Siyonizm’in ideolojisinin gerçekte tarihin çarpıtılmasına dayandığını belgeleriyle ispatlıyor. Siyasi Siyonizm’in kesinlikle İbrahimî dinlerden olan Museviliğe dayanmadığını ve tamamen ırkçı bir milliyetçilik ve sömürgeciliği amaçladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yalnız konuyu netleştirmek için birbirinden tamamen farklı olan iki projeyi birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Bu iki konu “dini siyonizm” ile “siyasi siyonizm”dir.
Dini Siyonizm, İsrail mistikleri tarafından savunulmuş ve Yahudiliğin kurtarıcı Mehdi bekleyişi içinde yaşadığı büyük ümide bağlıdır. Buna göre zamanların sonunda Mehdi ortaya çıktığında yeryüzünde Allah’ın saltanatı kurulacak ve “Dünyanın tüm ırklarını” tek bir ırka bağlanacaktır. (“Bütün ırklar senin önderliğinde takdis edilecektir. Zira sen benim sesime kulak verdin” Tekvin XXII, 18) Güya bütün insanlar İbrahim ve Musa peygamberlerin, İncil’de hikâyelerinin anlatıldığı yere doğru yöneleceklerdir.
Dini Siyonizm’in bu inanışından dolayı “kutsal yerlere” doğru bir hac geleneği oluşmuştur. Hatta manevi bir hayat yaşamak isteyen, kişilerce topluluklar oluşturulmuş ve İspanya’da “çok Hristiyan krallar” tarafından işkenceye uğrayanlardan bir kısmı Filistin’e göç etmiş ve özellikle Safed’de dini geleneklerle yaşayan bir topluluk kurmuşlar. Aynı Yahudiler İspanya’da uzun yıllar Müslümanlarla beraber mutlu bir hayat yaşamışlardı.
Daha yakın bir tarihte XIX. Y.Y’da ortaya çıkan “Siyon’un dostları” ise bu Siyon toprağında Yahudi inanç ve kültürünün yayılacağı bir merkez kurmayı amaç edinmişlerdi. Dini Siyonizm çok sınırlı bir insan grubunun çevresinde kalmakla beraber hiçbir zaman İslam muhalefeti ile karşılaşmamıştır. Zira onlar İbrahim’e ve onun inancına bağlı olduklarını biliyorlardı. Manevi Siyonizm, Filistin üzerinde bir egemenlik kurmayı amaçlayan siyasi programlara daima yabancı kalmıştır.
Siyasi Siyonizm, Theodore Herzl ile doğmuştur(1860-1904). Herzl doktrinini 1882’den beri Viyana’da oluşturmaya başladı. 1894’de “Judenstaat” adını verdiği “Yahudi Devleti” kitabında sistemleştirdi. Herzl, doktrinini 1897’de Bazel’de “Dünya Siyonist Kongresi” ile ilk kez duyurdu ve uygulama alanına çıkardı. Biz bu araştırmada Manevi Siyonizm’i değil, Siyasi Siyonizm’i ve prensiplerini araştıracağız.
Siyasi Siyonizm açısından “Yahudiler” her şeyden evvel bir “halktır”. Yahudi kelimesi, İsrail’in temel kuruluş yasalarını incelediğimizde daima “etnik bir grup” ile “din” arasında kalmışlardı. Asıl uğraşısı din olmayıp, politika olan Theodore Herzl, Siyonizm problemini çok yeni bir biçimde ortaya koymuştu. Hatta Yahudiliği bir din olarak savunanlara karşı amansızca savaşır. Herzl, Dreyfus olayından şöyle sonuçlar çıkarmıştır;
1)Yahudiler dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar “tek bir halk” meydana getirmektedirler.
2)Her devirde ve her yerde işkenceye uğramışlardır.
3)İçinde yaşadıkları toplum tarafından hiçbir zaman “eritilememişlerdir”.
Ve şu çözüm yollarını önermektedir;
1) Başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa toplumları içinde erimeyi reddetmek.
2)Yahudi inanç ve kültürünü yayacak bir “ocak” değil, fakat bir “Yahudi Devleti kurmayı hedef tutmak. Bir devlet sınırları içinde dünyanın tüm Yahudilerini bir araya getirmek.
3)Bu devlet “boş” bir arazide kurulmalıdır. Bu görüş sömürgeciliğin en başta gelen görüşüdür. Bu devlet kurulurken orada yaşayan yerli halk asla hesaba katılmamaktadır. İşte günümüz İsrail devletinin geçerli politikası budur.
Aslında Herzl için herhangi bir yerde de olabilirdi bu devlet, ama en çok Filistin’i tercih ediyordu. Böylece dini siyonizmin de desteğini kazanacak hatta görüşlerine Yahudi inanışının bazı ilkelerini de payanda edecektir. Kendisi dine inanmasa da yaratacağı harekette dinsel geleneğin desteğini kazanarak görüşleri kabul görecekti. 1917’de yayınlanan “Belfour Bildirisi”nde İngiliz Hükümeti Filistin’de “Milli bir Yahudi Devletinin” kurulmasından yana olduğunu belirterek, Filistin’deki yerli Müslüman halkı hiç hesaba katmıyordu.
Siyasi siyonizmin yöneticileri bu bildiriden yararlanmanın yolunu hemen bulurlar. Bundan sonra tek amaçları Filistin’de “Yahudi Devleti” kurmak olacaktır. Bu amaç uğruna yerli halkın tamamen ortadan kaldırılması başlıca gayeleri olacaktır. Bugünün Siyonistlerinin anlayışı bütün bir anlamı ile bir “milliyetçilik ve sömürgecilik” anlayışıdır. Bu hareket asla kadim Tevrat öğretilerine değil, XIX. yy Avrupa’sının sömürgecilik ruhuna bağlıdır. Siyonistler bugün de Kitab-ı Mukaddesten ancak kendi çıkarlarına uygun olarak yorumladıklarını bir aşiretçi kafasıyla seçip alıyorlar ve Tanrının gerçek niyetine karşı çıkıyorlar. (Bernard Lazare, Talmut’un Kitab-ı Mukaddesten uzaklaştığını söylemiştir.) Aynı zamanda asıl politik amaçlarını değişik göstererek saklamaya çalışıyorlar.
İsrail’in bütçesinin % 50’sini savunmaya harcamasının asıl gayesi de İsrail’in savunması değil, “bütün Arap Devletlerinin” dağıtılmasıdır! Bunu da İsrail’in sınırlarını durmadan genişletme emrini Tevrat’tan çıkardıklarını ve Kitab-ı Mukaddesin soykırım ve devlet terörünü emrettiğini iddia ederek, yaptıklarına dini kılıf biçmektedirler. İsrail’in sınırlarını o kadar genişletiyorlar ki “Davud ve Süleyman Peygamberlerin Krallığı” dönemindeki gibi muazzam bir coğrafyaya gözlerini dikmişlerdir. Siyonistlere göre vaat edilen toprağın kesin sınırları bile yok, bazen Büyük Fırat nehrinden, Mısır’ın Nil nehrine kadar uzanmakta olduğunu söylemektedirler. Mısır Nehrinden kasıt acaba Nil nehri mi yoksa kolları mıdır? Bu belli değil. Bu kadar esnek bir sınır anlayışıyla şunu anlayabiliriz; Siyonist açgözlülük nerede durmaya karar verirse İsrail’in vaat edilmiş toprakları da oralar olmaktadır!
Bu Siyonist yayılmacılığına katı dini çevrelerden de en despotça önerileri alarak İsrail militarizminin gelebileceği en korkunç sonuca gelmiş olmaktadırlar! Siyonist hareketler ve katılaşmış fikirleri ideolojik doğrulama alanında Lübnan’da işgal edilmiş topraklarda gerekirse soykırımları bile ihtiyaca göre kutsal kitaba dayandırarak yasallaştırabilmektedirler. Bunun en belirgin örnekleri, 1948’de Begin’in İrgun eliyle gerçekleştirdiği Deir Yassin “Oradour” felaketleri, Kibya, Kfar ve Kassem olayları ve bu katliamların devamı olan Tir ve Sidon şehirlerinin yıkılışı, Beyrut’un harabeye çevrilişi, Sabra ve Şatilla kampları katliamları, Ariel Sharon’un ünlü “101. birlik” inin giriştiği katliamlar, kutsal kitabın satırları arasından kendilerini temize çıkaracak malzemeyi kolayca bulmaktadırlar. Kutsal kitapta yer alan İsrail Devleti adına hareket eden bugünkü İsrail devleti, Ken’an ilinde oturanları yok eden eski devletin hareketlerini tekrarlamaktadır. Kutsal kitapları (!) Şunları söylüyor:
“Burada oturan halkların şehirlerini Rabbin sana miras olarak verdi… Buralarda hiçbir canlı bırakmayacaksın! Hititleri, Amoritleri, Kenanlıları, Perizitleri, Hivitleri ve Jebuzitleri hareketsiz bırakacaksın. Rabbin sana bunları emrediyor!” (Tesniye XX.16-17.) Daha dehşet vereni var!
“Şimdi git Amelek’i vur! Her şeylerini ellerinden al! Geriye hiçbir şey bırakma… Her yere ölüm saç… Erkekleri ve kadınları, çocukları ve süt çocuklarını, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldür!” (Samuel’in 1. Kitabı XV, 3.) Soykırımların “kitaba” dayalı olarak bu şekilde yasallaştırılması, İsrail devletinin saldırılarını ve sınırlarını genişletmek için giriştiği kanlı cinayetleri doğrulama gayreti sonucunda, herkes bu günkü Siyonist İsrail devletinin, Kitab-ı Mukaddes’te yer alan devletin devamı ve kanuni mirasçısı olduğuna inanmıştır. Ve bu fikir dünyaya yayılmış tüm Yahudilere kolayca kabul ettirilmiştir. Hatta buna inanan Hristiyanlar da vardır. Bush’un mezhebi olan Evangelistler bu koldandır.
Hâlbuki en az bir yüzyıldan beri bütün bunların tersi yazılmış ve söylenmişti! Son yıllarda da ortaya konan araştırmalar yeni görüşlerin doğmasına yol açmıştır. Bu noktada “efsane” insanları harekete geçirme gücünü ispat ediyor. Siyonistler tarihi efsanelerden kendilerine dayanak bulmakta zorlanmıyorlar. Halkları bunlara inandırmak ise büyük bir manipülasyon çalışması olarak devam ettirilmektedir. devamı gelecek...
YORUMLAR