Yine gam yükünün kervanı geçti kapımızdan… Bir hüzün vaktini tecrübe ettik yine. Ellerimizden kayıp giden gencecik hayatları tutamıyoruz. Her giden can bizden de bir parça koparıp götürüyor. Tarifi imkânsız acılarla kolektif bilincimizde de travmalar oluşuyor. Gencecik hayatlar, yaşamı bir lütuf değil bir yük olarak karşılamaya başladılar. Yaşamın her anı onlar için bahşedilmiş bir lütuf değil, kaldırılması zor bir yük. Çünkü bu sürecin sonucunda onlara mutluluk vaat edecek hiçbir teklif bulunmuyor. Hiçlik ve boşluk duygusu yaşamın en değerli varlığı olan insan hayatının sonunu getiriyor.
Gittikçe anlamını yitiren hayatta insan tutunacak sabit ve sağlam değerlerden uzak yaşayınca tıkanıklıklar baş gösteriyor. İnsan hayatı zaten güllük gülistanlık bir seyir arz etmiyor. Bunun yanında bir de kadim değer ve ilkelerden uzak modern yaşamın absürtlüğü eklenince genç dimağlarda “Neden yaşıyorum? Yaşamaya değer ne var ki?” sorgulaması maalesef olumsuz sonuçlanıyor. Dini ve ahlaki değerler ise yanlış yöntemlerle ve baskıyla verilince bir çıkar yol bulamayanlar, kendini zamansız yok etmekte buluyor çözümü. Tatlı canı çözümsüzlüğe kurban ediyor nihayet.
Ancak şunu hatırlamak gerekir ki uzun yıllar din ve ahlak eğitimi bile isteye yasaklanmıştı bu topraklarda. Halkın üzerinde sallandırılan giyotin misali asrilik takıntısı ve batı hayranlığı sonucu, halk kitaplarını ya yakmak ya gömmek arasında seçim yapmak zorunda kalmıştı. Hakikat ilmi insan hayatından çekip çıkarılınca nesiller yozlaştı. Hakikatin bilgisi verilmeyince insan kendi aklının hatta sadece nefsinin esiri oldu. Artık aklı da devreden çıkarmış durumda yeni nesiller. Haz ve hız odaklı bir yaşamın kendilerine ne vaad ettiğini bile tam olarak düşünemeyen, “Hızlı yaşa, genç öl!” hezeyanıyla hiçliği amaçlayanlar çoğalıyor maalesef…
İnsan kendi kendine zulmediyor. Ve lakin bunu idrak etmekten uzak. Çünkü her şeyin ölçütü olarak hayatın merkezine konan insan aklı ve mahsulü yaptırımlar, ilahi olandan, yüce değer ve ahlaki düsturlardan tamamen uzak bir yaşam dayatıyor. Modernizm adeta seçme hakkı bile bırakmıyor. İki yüz bin yıllık insanlık tecrübesini sıfırlayarak yerine değerden yoksun modern yaşantıyı dayatıyor.
İnsan, derin bunalımlardan, sert ve çetin savrulmalardan ancak ilahi yardımla kurtulabilir, sığınacak bir liman bulabilir. Kadim değerler insana dengesini bulduran ölçütler sunarak elinden tutar. Geçen zamanla değişmeyen ilkelerle insana yol aldırır. Ayaklarını sağlam basmasını mümkün kılacak zemin sunar. Kadim değerlerin sahibi kâinatın yaratıcısıdır şüphesiz. Alemlerin rabbi insana lazım olan her türlü bilgiyi vermiş, irade, vicdan ve düşünsel vergiyle teçhiz etmiştir. Aklını kullanıp sorgulamasını ve dosdoğru yolu bulmasını murad etmiştir. Ki insan zaten düşünsel yanını geliştirir, soru sorar ve cevaplarının ardına düşerse Allah ona hakikatin yollarını açar.
Elbette ki insanın düşünce yetisi doğru düşünce yolları dediğimiz aklın doğru dürüst çalışmasıyla gerçek anlamda fonksiyonunu yerine getirir. Aksi ise aklın ters kullanımıdır ki bu durumun en basit açıklaması şeytani düşüncelere ruhu satmaktır. Bile bile yanlış yapmaktır. Esasen şeytanın insanı zorlama gibi bir yaptırımı yoktur. O sadece menfur vesveselerini durmaksızın fısıldar. İnsan ona uymayı seçerse kaybeder. Çünkü Rabbimizin bildirmesiyle biliriz ki şeytan akı kara, karayı ak, hayrı zarar, zararı kâr gösterir. Hamdolsun ki Kelam-ı Kadim Kur’an’da Rabbimiz açık ve net düşmanımız olduğunu bildiriyor. Dileyen kulak kesilir ilahi öğretiye. Ki o son kutsal mesajdır Alemlerin Rabbinden.
Bundan dolayıdır ki genç nesillerin, insanın fıtrat dini olan İslam ile hakiki bir buluşması sağlanmalıdır. Okuyup, sorgulamaları, akıllarını kullanmaları ve beşer aklı mahsulü fikirlerin nasıl da dosdoğru yoldan ayak kaydırttığı anlatılmalıdır. Belki bu kutsal vazife hakkıyla yerine getirilmediği, önemsenmediği ve usulüne uygun uygulanmadığı içindir ki gençlerimize ulaşamıyor, yüreklerine dokunamıyoruz. Onları ilahi Kelam ile yüzleştirebilsek ve aradan çekilebilseydik belki bu acı tecrübeleri yaşamıyor olacaktık. Sadece Kur’an’la muhatap kılsaydık onları, seçimlerini yapmalarına olanak sağlasaydık… Her şey çok daha farklı olmaz mıydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Hepimiz bir yönüyle suçluyuz, kabul etsek de etmesek de... Sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmediğimiz, unuttuğumuz, nesillerimizi usulünce eğitmediğimiz için… Fıtratın diliyle konuşmadığımız, amellerimizi Rabbe has kılmadığımız ve ahir ömrümüzdeki kaçınılmaz hesaplaşmayı hep ötelediğimiz için başımıza gelmektedir bu musibetler. Nice canlara mal olan bu yıkıma ne zaman dur diyebiliriz acaba?
O halde “Bir musibet bin nasihatten evla” ise ki atalarımız bu vecizeyi boş yere dillendirmiş olamazlar, biz de bu musibetlerden çıkarmamız gereken dersleri çıkarıp yola devam etmeliyiz. Şaşan yönümüzü sırat-ı müstakime çevirerek, Rabbimize doğru yol almaya devam ederken, sağanak misali yağan sınanmaların farkında olarak en güzel şekilde yapmalıyız mücadelemizi. Çuvaldızı kendimize batırmalıyız cesaretle… Tüm eksikliklerimize, hatalarımıza rağmen saf niyetlerimizi kuşanmalıyız. Yol uzun ve çetin, insan ise nisyanla malul zayıf, aciz ve aceleci… Yine de buhranlarda boğulmamak için bir duyan, bir gören ve bir kaydedenin varlığının bilinci hayatımızdaki mihenk taşı olmalıdır. Her şeye şahit olarak o yeter bize. Selametle efendim…
YORUMLAR