İnsanların dünyaya meyilleri onların helâkını getirecek. Adaletin dünyada tahakkukundan çok, ahirete erteleme mantığını savunanlar, bunu bir de din adına yapılması gereken bir fedakârlık olarak ortaya sürmeleri kabul edilebilir değildir. Hangi din ve dünya görüşünün adamıdırlar bunlar, diye sormak lazım? Kanımca böyle bir düşünceye sahip insanlar, sürüleştirilmiş bir zihne sahip, sadece kendi çıkarlarına hizmet eden mankurtlardır. Zulümler örtbas edilirse zulmün ortadan kalkması mümkün olabilirmiş, ya da huzur ve adaletin gelmesi söz konusu olabilirmiş gibi davranmak, başını toprağa gömen deve kuşunun trajikomik seçimi gibidir. Haklar çiğnenirken asayiş berkemalmiş gibi davranmak maalesef emniyeti sağlamıyor. Kendisine yapılmadığı için haksızlıklara ses çıkarmamakla, zalim kişi veya kurumlar ifşa etmemekle adalet, hiçbir zaman kendiliğinden gelmemiştir, gelmeyecek de. Diyelim ki geldi, üzülerek söylemek gerekir ki, geç gelen adalet, adalet değildir.
Nasıl da aldatılıyoruz? Üstelik din adına, adalet adına, fedakârlık adına. Resulümüzün pak siretinde ve tevhit mücadelesinde haksızı veya zalimi koruduğuna, yandaş olduğuna, kayırdığına dair tek bir olay ve satıra rastlamıyoruz. O halde günümüz Müslümanları haksızlık ve emeğin başkaları tarafından çalınması durumunda kendilerine kimi örnek alıyorlar? Bu örnek Peygamber olmadığına göre... Firavun? Haman? Karun? Nemrut? Yani bilumum zalim yöneticiler ve kişiler! Öyle olsa gerek. Çünkü haksızlığın ortadan kaldırılması için değil, örtbas edilmesi için çalışılıyor. Bu da yapılan zulmü katmerleştiriyor. Arif Nihat Asya’nın naatındaki o müthiş dizeler şimdi daha bir anlam kazanıyor. “Biz bu dünyadan nereye göçelim, ya Muhammed? Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet; altın devrini yaşıyor… Diller, sayfalar, satırlar; “Ebu Leheb öldü” diyorlar. Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed! Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!”
Maalesef insanlar, ellerini taşın altına koymadan da adaleti sağlayabileceklerini sanma gafletine düşmüşlerdir. Dinin emirlerine edebiyat ürünü gibi yaklaşıp, Kur’an-ı Kerim’i musikileştirerek okuyarak, insanlığın tüm dertlerinin ortadan kalkıvereceğini sanan dindarlar kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller. Bizzat harekete geçmeden, elini taşın altına koyup adalet vuku bulsun diye işe girişmeden, tüm imkanlar seferber edilmeden hangi dava adil bir şekilde sonuçlanır? Oysa din, yaşamak, amel etmek, salih ameller biriktirmek, Allah’ın ilkelerini yeryüzüne hâkim kılmak için gelmişti. Tüm bunlar imanla yapıldığı takdirde insanlığın hem dünya hem ahiret mutluluğu mümkün olabilirdi. Allah, dünyada da onur, şeref, haysiyet ve şahsiyet sahibi iyi birer kul olarak yaşamamızı, tüm dünya insanlığına örnek olmamızı bize halifelik görevini tevdi ederek vermişti. Öyleyken, biz daha kendi aramızda çıkan küçük çaplı bir haksızlığı bile ortadan kaldıramıyoruz. Hak mücadelesi verildiğinde de haklı olanın önüne hakkını aramayı engelleyici bariyerler koyuyor, yalnızlığa terk edip, bir de üstüne hakkını aradığı için suçlu muamelesi yapıyoruz.
Oysa emeği gasp edilen, görmezden gelinerek ezilip geçilen mazlumun yanında yer alıp onu savunmamız gerekirdi. Birileri kayrılıp, gasp edilen emekler onlara peşkeş çekilmemeliydi. Hak sahiplerini görmezden gelerek, birilerini ezerek, yok sayarak yerlerini sağlamlaştıranlar, başkasının hakkı olan emekten nemalanmamalıydı. Ahbap- çavuş yandaşlığıyla birilerine üstün başarılar layık görülmemeliydi. Fakat maalesef çoğu insan, hakkını arayan kimseyi, hakkında ısrar ettiği için bencil ve kıskanç biri derecesine indirebiliyor. İkna çabaları sonuç vermeyince, üstü örtük tehditlerle yıpratıp hakkından vazgeçirtmeye çalışabiliyorlar. Bu gayretler iman ettiklerini söyledikleri değerlere de ihanet değil midir? Olacak şey değildir bu. Bunu herkes söyleyebilirdi, ama Müslümanım diyenler, iman ediyorum iddiasında bulunan ilahiyatçılar demeyecekti. Hele gençliğe, İslam’ı anlatmak ve yaşamak adına, iman, tavır, duruş ve salih amelleriyle örnek olması gereken eğitimciler hiç demeyecekti. Bu anlamda mazlumun dinini dahi sorgulama lüksümüz yok. İnanıp inanmaması önemli değildir. Hak sahibi midir, değil midir? Bu nokta önemlidir. İnançsız olması bile hakkını yok saymamızı gerektirmiyor.
Mücadelenin hak tarafında olan insanlar ise tarih boyunca görmezden gelinmelerine, yalan dolan ve iftiralarla sindirilmek istenmelerine rağmen duruşlarını değiştirmeden ortada yapayalnız duruyorlar. Allah’tan başka yardımcıları yok gibi, Hz. Hüseyin misali. Onun şu sözünden bahsetmeden geçmek Hüseyin’e ihanet etmekmiş gibi geliyor. Kerbela çölünde mızraklar ve oklarla delik deşik edilirken, kendisine Müslümanım diyenlere son bir çırpınışla sesleniyordu; “Müslüman olamadınız, bari insan olunuz!” Bu doğru sözü günümüze revize ederek “Müslümanlığınızı uygulamıyorsunuz, hiç olmazsa insanlığınız ve vicdanınız olsun!” demek istiyorum hak gaspçılarına. Doğruluk, dürüstlük, ilkeli davranmak, helal haram sınırlarını korumak nerede kaldı? Nerede kaldı dünya sorunlarına çözüm üretme gayreti?
Evrensel değerler insanlığın ortak mirasıdır. Bu değerlere sahip çıkabilmek için önce insan sonra Müslüman olmak gerekmektedir. Aksi takdirde son dinin mensupları olan Müslümanların hak, hukuk, adalet ve vicdan namına insanlığa söyleyecek hiçbir sözleri kalmamış demektir.
YORUMLAR