Bereketli ve rahmet dolu Ramazan iklimi Kur’an ile hemhal olmanın en nadide zamanlarını bahşediyor. Okunan ayetler adeta yürek tellerimizi titreştiriyor ruhumuzu Rahmanî Nur’un aydınlığına kavuşturuyor. Derin manaları idrak edebiliyor olmanın sevinciyle iman kat be kat pekişiyor. Rabbin vahiy nimetiyle muhatap kılıp imanı nasip ettiği için hamd etmenin sınırsızlığını idrak ediyor insan. Kur’an’ı anlayarak okuma çabasında meal okurken Araf suresinin 40. ve 41. ayetleri adeta derin bir uykudan uyandırdı beni. Bir baktım ki düşünce girdabında nefsimi yokluyorum. İlahi rızıktan mahrum olmamak adına dikkat kesiliyorum Rabbimin sözlerine.
İşte ayetler;
“Gerçek şu ki ayetlerimizi yalanlamaya kalkışan ve onlara tepeden bakan kimselere göğün kapıları açılmayacaktır. Ve onlar halatın iğne deliğinden geçebilmesinden daha kolay giremeyecekler cennete. Günaha gömülüp gidenleri biz böyle cezalandırırız.” Araf suresi- 40. ayet
“Cehennem onların hem dinlenme yeri hem de örtüleri olacak, zalimleri biz işte böyle cezalandırırız.” Araf suresi- 41. Ayet (Muhammed Esed- Kur’an Mesajı- Meal tefsiri)
Rabbimizin her ayeti gaflet uykusuna dalanları silkeleyerek kaldırma etkisine sahip. Bu ayetler de aynen bu tesiri bırakıyor bende. Çevremde gördüğüm çok zeki ve başarılı kimi insanların Rabbin yoluna duyarsız kalmaları dahası şükürsüz bir hayatın keşmekeşinde kendilerini kaybetmiş olmaları düşündürüyordu beni. Nice nimetlerle sarmalandıkları halde nimetin asıl sahibine yönelmemek nasıl bir körlüktü? İnsanı uyaran sayısız delil varken, nasıl olur da Allah’ı hayatlarının dışına koyarlar? İçselliklerinde hiç mi bu ayetlerin açık göstergelerini görmezler? diye kafa yorardım. Biliyordum ki insan ruhsal bilincinin en derununda bir yüce yaratıcıya, yani Allah’a her daim muhtaç olduğunu hissederdi insan. O(Allah) yoksa anlam da yoktu. Sonra bu ayet her şeyi açıklığa kavuşturdu. Görünürde dini duyarlılığın arttığı Ramazan gibi ilahi feyizlerle dolu günlerde, ilahi çağrıya soğuk bakıp kulak kesilmeyenler, farklı bir yönelişle belki biraz daha dindarlığa meyilli olsalar da Ramazan sonrası devam etmiyordu bu iyileşme halleri. Ayet Rabbin mesajına kör ve sağır kesilenlerin asla mesajdan faydalanamayacaklarını ifade ediyordu. Bunun da sebebi de bizzat insanın ayetleri yalanlaması ve Rabbine karşı büyüklenmesiydi. Bunu illa da sözleriyle yapması gerekmiyordu, davranışları yani hâl dili ile inkarcılığını ortaya koyması yeterlidir. Kısa süreli iyileşmeler inanmayan insanı kurtuluş yollarına eriştirmeye yeterli gelmiyor.
Allah’ı hesaba katmadan yaşayan ve nefislerini ilah edinen ve şeytani her dürtüye açık olanlara göğün kapılarının kapalı olduğunu açık ve net belirtiyor Rabbimiz. Ki nefislerinin her istediğini yerine getirerek kendi kendine tapan ve tağutlaşan insan, kurtuluş yollarına erişemiyor. İnsanın bahtsızlığı ise verdiği isabetsiz kararlarda, yanlış seçimlerde yatıyor. İnsan, hayatı bu dünyadan ibaret bilince reel hayatın şartlarında sadece kendi nefsini, kendi kazancını düşünüyor. Dünya metaı ve geçici hazlarına ulaşmak isterken hiçbir kural ve ilke gözetmeyen insan azgın iştihasıyla zulüm üzerine zulüm irtikap ediyor. Nice masumun canını yakıyor, malını talan ediyor. “Benden sonra tufan!” deyip tüm dünyayı ateşe veriyor. Yine de gözü doymuyor. Kendisini uyarıp “Bu dünyanın ahireti de var!” denildiğinde ise iyiye, doğruya hakka hukuka çağıran ayetlere yüksekten bakıp, okunan ayetlere karşı kibirleniyor. Yüreğini açmayınca Rabbimiz de rahmet kapılarını açmıyor, ışıksız ve nursuz bırakıyor insanı. Dünya kadar bilgisi olmasına rağmen mana kapıları açılmıyor inkârı seçenlere. Onca akıllı ve zeki olmasına rağmen İlahi mesajdan nasiplenemiyor, kendi şeytani dürtülerinin yol açtığı kesif karanlık içinde debelenerek yaşadığını sanıyor.
Hidayeti bulma ve sırat-ı müstakimde yürüme samimiyetine sahip olmayanlar, dahası bu kurtuluş yolunu istemeyenlerin hazin sonunu da ayetler gözler önüne seriyor. Düşünmeden edemiyorum. İnsan ki her şeyi kendi nefsine ister. Bir başkasından önce kendisinin tüm nimetlere sahip olmayı istemek gibi azgın bir hırsa sahip. Peki, nasıl oluyor da ebedi hayata karşı bu kadar duyarsız kalabiliyor? Ne ki seçimlerini yapmada Allah tarafından serbest bırakılmıştır insan. Dileyen iman eder, dileyen inkâr…
Allah’ın ayetlerini hayatlarına koymayan bahtsızların nasipsizliği iman edenleri hüzne düşürüyor sonra. Bazen Müslümanların çoğunlukta yaşadığı bir toplumda olmalarına rağmen dinî ve ahlâkî hiçbir duyarlılığa sahip olmayan kimi insanlarla karşılaşıyorum. Hayatlarını ilkesiz, günübirlik ve hesapsız kitapsız yaşıyorlar. Sanki onları yaratan yüce bir güç, ilahi bir makam yokmuş gibi geçiriyorlar günlerini. Varsa yoksa benlik kavgası ve pastadan en büyük dilimi kapma telaş ve savaşındalar. Bu kaos ve anlamsız mücadelenin son durağı cehennem ateşine yaslanmak oluyor ki, Rablerine karşı sorumluluk hissiyle dolu müminler ise bu ayetlerle muhatap olunca dehşet içinde kalıyor. Cahil cesaretine sahip inkârcılar ise geçici dünyanın lezzetlerini ebedi sanma yanılgısıyla ruhsal benliklerinin üzerine küfür örtülerini kat kat geçiriyorlar. Sonunun büyük hüsran olduğunu düşünmeden. Bu gidiş nereye diye sormadan…
Sonra hüzne düşen imanlı yüreklere göz aydınlığı olacak bir muştu geliyor arkasından. Esasen Kur’an ayetlerinde ne zaman inkârcılardan, inkârlarının sebep ve sonuçlarından bahsedilmişse, tam karşısında iman edenlerin halleriyle karşılaştırıyor Rabbimiz. Akabinde imanla şeref bulmuş müminlere müjdeli ayetler geliyor. Adeta dehşete düşüp kaskatı kesilen yüreklere bir felaha erme müjdesi veriliyor. Küfredenlerin sonlarından dolayı hüzünlenen ve içi titreyen insana teselli babında gelen işte o ayetler…
“Ama imana erişen, doğru ve yararlı işler yapan kimseler- ki şüphesiz biz kimseye taşıyabileceği yükten fazlasını yüklemeyiz- işte ebediyen kalmak üzere cennete girecek olanlar bunlardır.” Araf suresi- 42. ayet
“Oraya girmeden önce onların içlerinde takılıp kalmış olabilecek düşünce ve duygu türünden uygunsuz ne varsa silip atacağız; orada önlerinde dereler, ırmaklar çağıldayacak ve onlar “Bütün övgüler(hamd), bizi bu bahtiyarlığa eriştiren Allah’a yakışır. Çünkü eğer O bize yol göstermeseydi biz asla doğru yolu bulamazdık. Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten de doğruyu söylemişler!” diyecekler. Ve bir ses; “İşte geçmişte yapıp eyledikleriniz sayesinde kazandığınız cennet bu!” diye yankılanacak.” Araf suresi- 43. ayet. (Muhammed Esed- Kur’an Mesajı- Meal tefsiri)
İnsan Rabbinin mesajına samimi bir niyetle yaklaşırsa ayetler kendini açıyor adeta o anda nazil oluyormuş gibi hissediyor. Dimağını açıyor, ruhunu parlatıyor. Manevi bir dirilişin nefesini taşıyor her ayet. Okudukça okuyası geliyor insanın, düşündükçe düşünesi… Elbette bu tefekkür ameliyesinin sonucu insanın ruhsal benliğinde bilinç ve farkındalık yaratmasıdır. Bu bilinç oluştuğu zaman, insanın Rabbine olan iman ve samimiyetine göre etkisi uzun süreli oluyor. Hatta ertesi yıl Ramazan ayına kadar etkisini sürdürebiliyor.
Hazır Rabbimiz bizi bu aziz mübarek günlere eriştirmişken, elimizde ilk günkü gibi değişmemiş ilahi mesajı varken olabildiğince nasiplenelim dostlar. Kur’an bizi bekliyor, bize maddi ve manevi şifa verecek ayetler kurtuluşumuz için indirildi. Fırsat verilmişken, iman ve itminanımızı pekiştirelim. Tefekkür edelim, ruhumuza ilahi neşvenin kapılarını açalım. Rabbin sofrasına gidelim. Yılın on bir ayını maddemizi, bedenimizi doyurmanın çabasındayız zaten. Tek eksiğimiz ruhumuzun gıdası. O da Kur’an’dır. Tek bir ayet üzerinde bile derin derin düşündüğümüzde hayatımıza etkisini fark edeceğiz. Rabbimizin ilahi rahmet nazarlarının bize yöneldiğini hissedeceğiz. Rabbim bizi vahyi anlama ve yaşama çabasında desteklesin. Nefsimizin elinde oyuncak etmesin. Ve… Vahyin sonsuz kuşatıcılığında rahmet şualarıyla yolumuzu aydınlatsın…Selam ve dua ile…
YORUMLAR