Bu bir slogan değil. İnsana has bir özelliğin dile getirilmesidir. İnsanı yaratan Allah muazzam birtakım yetilerle donatmıştır kullarını. İnsan, aklıyla, şuuruyla birçok mahluktan üstündür. İradesiyle biçimlendirir, dönüştürür, inşa veya imha eder. Vicdanıyla davranırsa kainattaki tüm varlıklara hayrı dokunabilir. Nefsine yenilirse şerriyle de tüm kâinatı ifsat edebilir… Eğer Allah vergisi tüm özelliklerini tam kapasite ve hakkaniyetle kullanabilirse hem dünyasını mamur eder hem de ahiretini.
Elbette insanın yaratılıştan getirdiği potansiyel yetilerini harekete geçirecek önemli motivasyonların da olması gerekir. Buna insanı cezbeden cazibeler de diyebiliriz. Bu itkiler olmazsa insan tembelliğe düşebilir, rehavetin verdiği mayışmışlık insani birçok özelliğini derinlere gömebilir. Dünya hayatını alabildiğine keyif ve haz alınacak mekân olarak görme gafletine düşebilir. Ya da verilen sınırlı ömür mühletini mal, çocuk, servet ve itibar biriktirmede kullanabilir. Kazandıklarını harcamaya fırsat bulamadan da belki hiç hesaba katmadığı, unuttuğu için hiç kapısını çalmayacağını düşündüğü ölüm, onu aniden yakalayabilir. Bazen insan düşünmekten imtina ederse makus akıbetinden kaçtığını veya kurtulduğunu sanma aptallığına da duçar olabiliyor.
Oysaki insan, doğru bir eğitimle dengeli, vicdanlı, akıl ve bilinciyle ayakları yere sağlam basan biri de olabilir. Bunun için Rabbinin sunduğu nimetleri heba etmeden, her şeyi yerli yerine getirerek hayatının amacını ve akıbetini az çok belirleyebilir. Elbette ki Allah’ın külli kaderinden kaçamaz. Ancak külli kaderin çerçevesi içinde cüz-i kaderini alacağı kararlar, yapacağı tercihler ve doğru veya yanlışa meyil göstererek şekillendirebilir. Hesabını vereceği hayat da bu hayat olacaktır nihayetinde. Dolayısıyla insana hesap vereceğinin bilinciyle doğru ve etkin bir eğitim verilirse, kimseyi suçlamadan kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu alacağı bir hayatı dolu dolu yaşayabilir. Böylesi bir hayatın süresinin kısa veya uzun olmasının çok da büyük bir önemi yoktur. İnsan itminan içinde pişman olmayacağı bir hayatı yaşıyorsa bunun hiç önemli olmadığını bilir zaten. Önemli olan pişmanlık duymayacağı bir hayat yaşamayı başarabilmektir.
Bazen etrafımızda hiç kimseyi hesaba almadan sınırsız yaşamak isteyen, kısacası küfrünü, heva ve hevesini kendine hayat tarzı yapan insanları görebiliriz. Böyleleri, küfrüyle mutlu mesut yaşayabilmekte, kimseye eyvallah etmemektedir. (Eğer kadercilik gibi bir saplantısı yoksa tabi) yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmektedir. Harbiden yaşamaktadır. Belki yeteneklerinin ve imkanlarının farkındadır. Elinden gelenin en iyisini yaparak, bütünüyle kendi mutluluğu için bunlardan yararlanmayı bilmektedir. Bazen kazanmakta bazen kaybetmektedir. Ama hoşnuttur bu kayıtsız ve sınırsız hayatını yaşamaktan. Yaşantısıyla etrafındakilere zahmet olmasına ve zarar ziyan verdiği halde modern yaşamın tapınaklarında mebzul sayıda insan bu şekilde bir hayatı yaşamaya devam etmektedir. Hernekadar geçici dünyadan olabildiğince alacağını alarak yaşasa da keyfince, amaç edindikleriyle mutlu olduğunu varsaymaktadır. Boşa giden bir ömür gibi görmese de yaşamış olduğu hayatın sorumluluğunu yüklenmek ve katlanmak zorundadır elbette. Belki böyle bir sorumluluk almakla karşılaşmayacağını sanıyor olsa bile.
Böyleyken hayatına kadim insani, ahlaki ve dini değerlere göre şekillendiren insanın da seçim ve tercihlerini yaparken bilinçli yapması, sonunu düşünerek hesabını vereceği bir şekilde yaşaması beklenir. Burada aslında en önemli şeyin “Hayatın farkında olmak” olduğu dikkatinizi çekmiştir. İnsana tek bir defa ve sınırlı bir süre takdir edilen hayat anlamsız, gayesiz olmadığı gibi yaşarken çok çeşitli sorumlulukları içine alır. Öldükten sonra bile bu sorumlulukla karşılaşacak ve hesabını verecektir. İnsan hayatına anlam katan değerlere göre yol almaya başlayınca taşlar da yerine oturmuş olur. İnsanın ulaşmak istediği son bir hedefi olmalı. Yaşamının dönemeçlerinde geçirdiği ve sınandığı demler bu son amacına ulaşma yolundaki yardımcılarıdır. Bu yüzden neyi, niçin amaçladığını tüm berraklığıyla bilmeli ve içselleştirmelidir.
Şimdi manidar bir örnek vermenin tam sırası: “Gorbaçov’un sosyalizmi gerçek anlamıyla kurulmasının ne demek olduğunu anlatırken şu kıssayı örnek verdiği söylenir. “Bir yolcu, bina inşa etmekte olan bir grup insanın yanına gelir ve sorar: Ne yapıyorsunuz burada?
İçlerinden biri ters ters cevap verir; Görmüyor musun? Sabahtan akşama, bu lanet taşları oradan oraya taşımamız gerekiyor!” Tam o sırada bir başka işçi doğrulur ve gururla omuzlarını kaldırarak der ki; Görüyorsun, bir mabet dikiyoruz!”
Taşlar ve ter vakıalardır. Mabet ise onların amacı, anlamı, takdisi ve güzelliğidir.” Roger Garaudy- Hatıralarım adlı kitabından bir mesel.
Hani bir söz vardı ya; “Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgârın faydası olmaz” diye. Ben de diyorum ki “Amaçsız olan insana hiç kimse yardım edemez.” Hedefe kilitlenmek başarılı olmanın en önemli noktasıdır. İnsan her şeyden önce hedefini belirlemeli ve azmetmelidir. Ancak ve ancak bu kararlılık hedefine ulaşmada insana yardımcı olur. Hedef şaşırtan ayartıcılar, parazit benzeri düşünce ve insanlar ise her an ve her zaman mevcut olacağından, akıl çeldiricilere karşı da hazırlıklı olmalı insan. Tedbiri asla elden bırakmamalı ve eğer kendini gerçekleştirmek istiyorsa, hedefine mutlu mesrur ulaşmak azminde ise hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını aklından çıkarmamalıdır. Bu ancak insanın kendisine yaptığı bir iyilik olacaktır. Demek ki bu çağda bir gencin amaçsızlığa, yabancılaşmaya ve yozlaşmaya direnebilmesi için amacının farkında olan bir kahraman olması gerekiyor. Vesselam…
YORUMLAR