Corona salgının gölgesinde yeni bir eğitim- öğretim dönemine girdik girmesine de uzaktan eğitimin gereken verimi vermeyeceğini herkes biliyor. Ancak salgından korunma amaçlı uzaktan eğitim ve dijital ortamda eğitim modelleri ile ilgili yeni fikirlere açık görünüyor MEB. Şu an için EBA’ya girişlerin öğrenciler açısından imkanları genişletilmeye çalışılsa da yeni modellere ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Aynı zamanda öğrencinin kendi inisiyatifiyle merakının peşinde sistematik bir şekilde öğrenmeye iştiyak duymasıyla ilgili, insan fıtratıyla da yakından alakalı yöntemlere ulaşmak ve geliştirmek elzem. Şimdiden birçok ülke, eğitimde bu farklı yöntemleri deneyimliyorlar. En son Hollanda’da mesafe kuralı gereği bina dışında ders işleme ile ilgili bir haber okudum.
Bu haber beni yıllar öncesine götürdü. Yaşıtım insanlar da bunu hatırlayabilirler. İlkokuldayken açık hava okulu diye bir metin okuduğumuzu hatırlıyorum. Bu bir Fransız eğitim ekolüydü ve tamamen doğayla iç içe bir eğitim öngörülüyordu. Açık havada, tabiatı okuyarak kendi yeteneklerimizi keşfedebilmemizle ilgili oldukça sıradışı hisler taşıdığımı hatırlıyor olmam oldukça ilginç. Her şeyden önce dört duvarın üzerinize üzerinize gelmediği, doğanın kucağında ferah bir ortamda, kuşlar, kelebekler ve otlarla haşır neşir olduğunuz bir tablo hayal edin, ki ilkokula başlayan her çocukta böyle bir hayal oluşmuştur, özellikle manzarası olan, bahçesinde bir ormanı andıran ağaçları olan bir okula herkes özenmiştir. Açık havada özgürce öğrenmek, hem tabiatı hem de çağın gerektirdiği diğer becerileri kazanmak...
Öğrenirken zorlanarak değil, bile isteye hevesle keşfedilenleri anlamaya çalışmak... Çocukların zihinleri kadar bedenlerinin de özgür bırakıldığı bir ortam... Ders süresince sıralara yapışmaya mecbur olmadığınız, istediğiniz zaman yerinizden kalkıp doğanın benzersiz öğretmenliğine kendinizi kaptırdığınız ve kendi çabanızla öğrendiğiniz bir yer. Buna karşılık kendi başınıza öğrendiğiniz için ömür boyu hatırınızdan çıkmayan kalıcı bilgiler. Kısıtlayıcı yönlendirmeler olmadığı gibi öğretmenin de öğrencileriyle beraber eşsiz deneyimler paylaştığı bir eğitim süreci. Bugün dahi hala o özgür eğitimi veren resimli tabloda verilen heyecanlı bir öğrenme ortamını yakalayabildiğimi söyleyemem. Hatta fazlasıyla ütopik bile geliyor. Fakat hayallerime sirayet etmiş olması ve salgın dolayısıyla yeni alternatif yöntemlere yönelmek söz konusu olunca, zihnimden gün yüzüne çıkması çok manidar.
Sonra biraz araştırınca, 20. yüzyılın başlarında açık hava okulları Kuzey Avrupa’da oldukça yaygınlaşmaya başladığını öğreniyoruz. Bu okullar aslında İkinci Dünya Savaşına yaklaşılan dönemde ortaya çıkan, bizde “ince hastalık” diye de bilinen verem hastalığının artışını önlemek ve onunla mücadele etmek için tasarlanmış. Okullar, temiz havaya, iyi havalandırmaya ve açık havaya maruz kalmanın her şeyden önemli olduğu konseptine göre inşa edilmişti. Bu fikir Avrupa’da kısa zamanda popülerleşti. Sağlıklı çocuklara da ulaşan açık hava okulu hareketi, bütün öğrencilerin mümkün olduğu kadar fazla dışarıda kalmalarını teşvik ediyordu.
Aslında tüm bu gelişmelerin öncesi de vardı ki; her şey 1904 yılında Charlottenburg, Almanya’da, Waldeschule’nin (Orman Okulu) kurulmasıyla başladı. 1904 yılında, Bernhard Bendix ve pedagog Hermann Neufert ilk açık hava okulunu kurarak bir devrim başlattı. Bu okullara “ormanların okulları” veya “açık hava okulları” deniyordu Bu okul, öğrencilerinin güneşe maksimum maruz kalacakları şekilde tasarlanmıştı. Dersler, etrafı çevreleyen ormanda veriliyordu. Bunun, şehir gençlerinin bağımsızlık duygusu ve özgüven kazanmasına yardım edeceğine inanılıyordu. Orman okullarından ilham alan diğer Avrupa ülkelerinde de açık hava eğitimi yayılmaya başladı.
1937 yılına gelindiğinde İngiltere’de toplam 96 açık hava okulu eğitim veriyordu. Amerika da bu okulları hayata geçirmeye istekliydi ve ilk açık hava okulunu 1908 yılında açtı. Açık hava okullarında eğitim 1970’lere kadar popülerliğini korudu. Ancak sağlık alanındaki gelişmeler, antibiyotiklerin hayatımıza girmesi ve evdeki sosyal şartların gelişmesiyle, İkinci Dünya Savaşından sonra açık hava okullarına giderek daha az ihtiyaç duyulmaya başlandı ve bu okullar yavaş yavaş kapandı.
Öte yandan öğrenmek isteyen bireyi kısıtlamayan, aksine hayal gücünün imgelemesini arttıran, kendi iradesini erken yaşta kullanarak çabalamanın önemini ve hayatiliğini kavrayan bireylerin gelişmesi için bu örnekler çok önemliydi. Ülkemizde bu türden eğitim hiç hayata geçti mi? Sanmıyorum. Sadece belki köy enstitülerinde ve bazı köy okullarında idealist öğretmenlerin girişimiyle bazı derslerin doğada işlenmesi gibi kısıtlı bir takım uygulamalar olmuştur. Formel ve örgün eğitim kurumlarının artmasıyla özgür zihinli bireyler değil, belirlenmiş ve sınırları çizilmiş bir eğitimin öngörüldüğü tek tipleştiren bir eğitim süreci kalıcılaştırılmıştı.
Ancak bugün tüm dünyada durum değişti. Corona salgınıyla beraber yeni eğitim düzenlemeleri hemen her ülkede planlanıp uygulamaya konuluyor. Salgından en az zararla ama eğitimli nesillerle çıkmanın yolları aranıyor. Eğitim kalitesinin düşmemesi için gereken tedbirler alınıyor.
Salgından dolayı kapalı mekanlar sakıncalı ve sosyal mesafe korunmalı. Virüsün yaygınlaşmasını önlemek için bu tedbirler zorunlu olduğuna, antibiyotiklerin de zararları keşfedilip daha mesafeli kullanıldığına göre açık hava okullarına tekrar geçiş yapılabilir. Hollanda’nın yaptığı girişim de bu minvalde değerlendirilebilir. Yeni eğitim yöntemleri, sadece öğretmen ve eğitmenlerin değil, öğrencilerin de katılımıyla belirlenebilir. Çocuk ve gençlerin hayal güçleri, zihinleri serbest bırakılmalı ki çağa uygun, salgına rağmen eğitimin devamı için yepyeni fikirlere ulaşabilsinler. Artık eğitimi dört duvar arasından çıkarmanın zamanı gelmiştir. Başlangıçta çok uçuk kaçık fikirler gibi gelseler de denendikçe fayda ve etkinlikleri kanıtlanabilir. Artık girilen dönem klasik dönemden dağlar kadar farklı bir dönem. Bu yüzden her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da ne kadar kafa yorulsa o kadar yeridir vesselam...
YORUMLAR