Yedi yaşındaki Songül, annesi, üç ablası ve üç ağabeyiyle birlikte Yozgat’ın küçük bir köyünde yaşıyordu. Babası, Almanya’da işçiydi ve ancak yılda bir izinli olarak köyüne çocuklarının eşinin sevdiklerinin yanına gelirdi. Maddi durumları iyi olsa da, Songül kendini hep dışlanmış hissediyordu. Aile içinde herkes birbiriyle meşguldü, ama Songül hep bir köşede yalnız bırakılıyordu.
Babasına duyduğu özlem, Songül’ün içini kemiriyordu. Küçük yaşında bu duygularla başa çıkabilmek için kendine bir yol bulmuştu: Şiir yazmak. Okuma yazmayı yeni öğrenmesine rağmen içinde susturamadığı Vaveylası olmuştu aba özlemi,minik minik mısralar oluyordu ucu kırık kaleminde.Babasına yazdığı mektupların içine, kendi yazdığı küçük mısraları ekliyordu. Babasına ulaşmayacağını bilse de, o mektuplar Songül için bir umut ışığıydı. Onun en çok yazdığı satırlardan biri şöyleydi:
“Babam uzaklarda,
Kokusu burada,
Beni duyar mı,
babama uçaklarla el sallıyorum
Ben babama
Doğduğumdan beri hasretim,
Ramazan ayı gelmişti mevsim baharın bitişi yazın başlangıcıydı.Köy yemyeşil meyveler çağla sular gürül gürül gürül akıyordu.
Ramazan ayında köyde büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Akşam ezanını bekleyen kalabalık sofralar kuruluyordu. Songül, bu yıl ilk orucunu tutmaya karar verdi. Küçük bedeniyle bu zorluğa dayanabileceğinden emin değildi, ama ailesine kendini kanıtlamak istiyordu.
Sabah, oruçlu olduğunu söylediğinde, ablası Nezihe alayla güldü:
“Sen mi oruç tutacaksın? Bir iki saate pes edersin!”
Ağabeylerinden biri, “Bırak tutsun, nasılsa dayanamaz,” dedi. Songül, bu sözlere aldırmamış gibi görünse de, içinde büyük bir hüzün vardı.
O gün öğleden sonra Ayşe ablası ve kız kuzenleri köyünün önünde bulunan bostana gitmek üzere sözleştiler.Songül de. bostana gitmek istiyordu ama ablası gelme dedi.Songül ablasını dinlemedi gizliden gizliye o da bahçeye gitti.Onu orada gören ablası madem geldin hadi bize salatalık topla dedi, kızlar özel durumlarından dolayı orucu tutmuyorlarmış meğer. Songül eteğine topladığı salatalıkları götürdü verdi ve büyük bir iştahla yemeye başladılar.Her yer salatalık kokuyordu.Songül de oturmuştu , kalk doymadık bir daha topla dediler yine topladı..Bir daha bir daha..
Madem oruç tutuyorsun, o zaman çalışmayı da öğren,” diyerek onu sıcağın altında çalışmaya zorladılar. Ağabeyleri ise "Garaaligilin damda" vakit geçiriyordu.
Tarlada geçen saatler Songül için işkence gibiydi. Güneş tepedeydi, toprak sıcaktı. Açlık ve susuzluk küçük bedeni daha fazla zorluyordu. Ablası ve yaşca kendinden büyük olan kuzenleri bir süre sonra tarladan ayrılıp köyün sonundaki evlerine gitiiler,Songül’ü yalnız bıraktılar. Küçük kız, ne yapacağını bilemeden iğde ağaçlarının. altına oturup ağlamaya başladı. Ardından, yorgun adımlarla armutların dibine kadar yürüyebildi,arkın içinde uyuyakaldı.
Uyandığında güneş batmak üzereydi. Salatalıkların taze kokusu her yeri sarmıştı. Açlığa ve susuzluğa daha fazla dayanmalıydı ezana çok az bir zaman kalmıştı.Yerinden kalktı,bir torba dolusu salatalık topladı. Ancak bunları yemek yerine köyün. girişindeki evlerden başlayarak dağıtmaya başladı,kendi kendine dedi ki" belki birinin de burnuna salatalık kokmuştur , çeşmede iftar için su dolduranlara,Yolda kimi gördüyse salatalık verdi,çocuk kalbiyle "Babam izine erken gelsin"diye de içinden dua etti.Onun için bu hareket, içindeki sevgi ve yalnızlığın bir ifadesiydi.
O sırada köyün yaşlılarından Hacı Duran Amca ve Hamide Yenge, Songül’ü fark ettiler. Onu evlerine alıp karnını doyurdular.Hem sevdiler hemde sevindiler bu iki yaşlı güzel yürekli insan.Hamide Yenge, Songül’le konuşurken, onun sessizliğinde büyük bir hikaye yattığını hissetti. Songül, bir yandan orucunu açıp karnını doyururken bir yandan da defterine birkaç mısra karalamaya başladı:
“Tarlada yalnız kaldım,
Gözlerimde uyku vardı
Babam uzakta kaldı,
Bir ses beni sakladı.”
Rüyamda geldi babam
Akşam ezanı okunduğunda, Songül’ün ailesi iftar sofrasına oturmuştu. Ancak kimse onun yokluğunu fark etmedi. Evin şoförü birkaç kez kapıya gelip, “Songül sofrada yok!” dedi. Ama annesi, “Bizim işimize karışma!” diyerek onu Kim bilir kimin kapısına gitti de yallanıyor diye de söylendi, oysa Songül hiç kimsenin evine gitmezdi.Şoför ısrarla, “Çocuk yok, nerede olabilir?” Bu gün o "ilk orucunu tutuyor" dese de kimse aldırmadı.
"Tarlalar beni saklar,
Gözlerimde tuz birikir.
Babam döner mi bir gün?
Bir mektup daha beklerim."
O, açlıktan kıvranırken bile başkalarını düşünüyordu.
.
Songül yemek yerken, önündeki bir kağıda birkaç mısra daha karalamaya başladı. Bu, onun iç dünyasını anlatma biçimiydi:
"Eller bana yabancı,
Sözler hep incitici.
Babam bilir mi acaba,
Kızı ne kadar yalnız?"
Kızı ilk orucunu tuttu
Bir süre sonra Hacı Duran Amca, Songül’ü ailesine getirdi. Ama evde onu sıcak karşılama yerine, öfke bekliyordu. Annesi, “Nerdesin nerde sürtüyon" diyerek tokat attı. Ablaları alaycı bir şekilde güldü, ağabeyleri ise umursamaz bir şekilde oturdukları yerden baktı. Songül, ablasının onu tarlada yalnız bıraktığını söyleyemedi.
O gece, Songül odasına çekildi ve bir şiir daha yazdı:
"Gün geceyi boğuyor,
Benim babam neden. yok
Ağaçlar rüzgarı anlar,
İnsanlar beni değil."
Bu şiir onun içindeki kırgınlığın bir yansımasıydı. Yalnızlığını kelimelere dökerek kendine bir sığınak oluşturuyordu. Songül’ün şiirle başlayan yolculuğu, onun hem kurtuluşu hem de dünyaya açılan kapısı olacaktı....
.
YORUMLAR