Ben Horasanlı bir Türk’üm... Dilim Türkçe ... Ama İngilizce ve Almanca öğretmeni ve çevirmeniyim... Arapça da yazıp , çizip, konuşuyorum... Başka ırklara, kültürlere ve dillere de aşırı merakım, ilgim ve sevgim var... Batı dillerinde kalıp cümleleri öğrenip konuşmayı da çok severim...
18 yıl Şanlıurfa’da, Güneydoğu’da yaşadım... Çok güzel Kürt- Arap-Türk kardeşlerim oldu... Arapça, Kürtçe, Zazaca ve Farsça’yı da çok severim... Hele de müzikte...
Ama en çok da insanların ağzında, “anadilleri ” olarak severim... Tıpkı benim Türkçe konuşurken kendimi en iyi ve huzurlu şekilde ifade ettiğim gibi...
İngilizce bölümünde okurken semantik dil felsefesi dersinde yine bir final sınavındaydık... Hoca bir filozofun sözünü her açıdan izah ederek delillendirmemizi istemişti... Whitgenstein sözünde mealen şöyle diyordu :“ Bir insanın kendisini en rahat ve doğru şekilde ifade ettiği dil , onun ana dilidir!” ... Ne kadar da hoş , güzel ve anlamlı bir sözdü bu böyle! Çok takdir etmiştim kendisini daha 20 yaşındayken! Bir süre etrafıma bakınarak, arkadaşlarımı da süzerek ne yazayım diye düşündüm zira apar topar, normalde iki saat sürmesi gereken bu final sınavını 20 dakikada tamamlamalı ve de hemen koştura koştura 28 Şubat sorgusuna okuldan atılmamak için yetişmeliydim. Sonra bir aydınlanma yaşadım , resmen ilham indi ve dört sayfa sınav kağıdımı yazdım, gülümseyerek Mine Hocama teslim ettim ve hızlıca çıkıp ortalıktan yok oldum...
Sorgulama sonrası arkadaşlarım beni heyecanla yakaladı ve konuşmaya başladılar. Ben de zannediyorum ki sorguda ne oldu bitti soracaklar! Meğer onların derdi daha da öncesi imiş: Ben sınav kağıdını verdikten sonra Mine Hocam kağıtların İngilizce yerine Türkçe yazdığını fark etmiş ve hemen arkamdan arkadaşlarımı beni tekrar sınava çağırmaları ve yazımı düzeltmem için göndermiş... Beni bulmak ne mümkün tabii... Sonra arkadaşlarla birlikte Hocanın odasına gittik... Hocacığım da beni çok severdi ve her zaman asistanı olarak yanında kalmamı isterdi ( ama başörtülü olduğum için de eylemsel bir şey yapamazdı...) Mine Hocam: “Perim nasıl böyle bir şey yaptın, bu hatayı senden beklemezdim, sınavını İngilizce tamamlaman gerektiğini biliyorsun, seni beklerim yaz istersen” dedi...
Ben de: “ Sevgili Hocam, ben yazımda çok net izah ettim meramımı... Bakın giriş kısmını koskoca , upuzun bir İngilizce paragrafla “ Whitgenstein’a canı gönülden katıldığımı ve desteklediğimi , her insanın ne kadar başka dillere hakim olursa olsun yine duygu ve düşüncelerini en net ve açık olarak kendi ana elinde gerçekleştirebileceği hakikatinden yola çıkarak, bu sınavıma anadilim olan Türkçe ile devam edeceğimi yazmıştım... Ki öyle de yaptım ve sonuna kadar da bu teoriyi delillendirdim ... Yapacağım budur.” demiştim ve çıkmıştım içim de zihnim de rahat bir şekilde... (Her ne kadar arkadaşlarım benim kesinkes bu dersten kaldığımı düşünseller de...
Sonra hocalar konsülüne sunulan sınavımdan 100 tam puan ile geçmiştim...)
Geçmişte de olduğu gibi hem henüz olgunlaşamamış/ yetkinleşememiş / rüşdünü tamamlayamamış insanların verdiği cahilce pozlarla ve tutumlarla (öğretmen de olsalar!!!) hem de bilerek ve isteyerek toplumu kaosa sürüklemek isteyen daha organize zalimce , hesapçı ve çıkarcı işlerin yansıttığı her türlü olumsuz ve bölücü hareketi, girişimi, eylemi kınıyorum!...
Milletimiz bir Ebru sanatı gibidir ; her türlü milletten, ırktan, renkten, sesten, dilden , müzikten oluşan harikulade uyumlu bir eser gibi... Kim ki bu birlik, beraberlik ve bütünlüğün içine “kitre” dökmek isterse işte o zaman biz de onların karşısında durur, kitreyi çürütür ama ebrumuza ziyan getirtmeyiz...
Birlik ve bütünlük önce insanın kendi öz’ünden aşikâr olmalıdır...
Birlik bilincimizin arttığı nice güzel medeni günlere inşaallah...
Selametle Güzel İnsanlar...
YORUMLAR