Reklam
Reklam
Zikir Sadece Tesbih Çekmek Mi?
Mustafa Tosun

Mustafa Tosun

Zikir Sadece Tesbih Çekmek Mi?

19 Ocak 2025 - 23:34

Bakara suresi 152. Ayeti üzerinden zikir kavramı üzerine bir mülahaza yapalım.

Ayetin meali şöyle: “Beni zikredin ben de sizi zikredeyim; bana şükredin ve bana nankörlük etmeyin.”

Zikir ve şükür dindarlığımızın en temel iki kavramlarından biridir. Bu nedenle bu iki kavramı çok iyi kavramalıyız. Ayetler ve hadisler üzerinden ve sözlüklerden faydalanarak anlamaya çalışmalıyız. Geçenlerde umreden dönen bir abimizin söylediği güzel bir söz vardı aklıma geldi: ‘Dindarlık anlamak’ demektir. Elbette ki aklın kuşatabileceği şeyleri anlamaktan bahsediyorum, gaybi şeyler ise iman konusudur. Hz. Muhammed'e iman ediyoruz. Tarihin taşıyıp getirdiği bir iman ve en önemlisi de tarihin taşıyıp getirdiği vahye iman…

Bu yazıda zikir kavramı üzerinde duracağım. Ayetin bütüncül tefsirini yapmayacağız.

Yaşadığımız toplumda zikir dediğimizde ilk akla gelen şey, boncuk taneleriyle dizilmiş ve adına tesbih denilen bir şey ile belirli sayılarda Allah’ın isimlerini tekrar etmek yahut toplu olarak hareketli bir şekilde öne arkaya doğru gidip gelmek. Kısaca böyle…

Ancak işin içine biraz dalınca içinde zikir kelimesi geçen ayetleri inceleyince zikrin sadece rutin tekrarlardan ibaret olmadığını görüyoruz. Bu nedenle bu kavrama yeniden odaklanmalıyız.

Kur’an’ın bütününden anladığımıza göre Yüce Rabbimiz her daim kendisine sığınmamızı, yönelmemizi ve kendisini anmamızı/hatırlamamızı istiyor. Bunun bize bakan yönü şu ki, O’dan bağımız koparsa bu bizim için iyi olmayacaktır. Tıpkı kalabalık bir ortamda annesini kaybeden 4-6 yaşındaki çocuk gibi… Bu nedenle biz O’nu zikre muhtacız. Yani O’nu hatırlamaya…   

Ragip El İsfehaninin Müfredat kitabında Zikr kelimesi hakkında şu ifade var: bilginin akla getirilmesi veya onunla bir şeyin kalbe gelmesi. Unutulan bir şeyi hatırlamak veya hafızada varolmaya devam edeni hatırlamak.

Ayrıca şu anlamlara da gelir: söz etmek, bahsetmek, anlatmak, alaka kurmak; öğüt vermek; hatırlamaya (ibrete) sevkeden vaaz, öğüt; uyarmak; ikaz, nasihat; övmek/methetmek, statü vermek, şan, şeref. (kuranharitasi.com)

Anlaşılan şu ki, Allah’ı zikretmek demek, Onu anmak, hatırlamak, tefekkür etmek anlamına geliyor. Peki bu kavramı hayatımıze nasıl taşıyacağız?

Yüce Rabbimizin güzel isimlerini elbette tekrar etmek boş bir iş değildir. Ancak kanaatimce sadece dil tekrarı yeterli değildir. Zikr kavramı akli ve ardından kalbi bir süreci kapsıyor, bir tefekkür süreci ve sonunda Onu yüceltme sonucunu barındırıyor. Bu nedenle zikrin zamanı ve zemini olmasa gerek. Her an bir vesile ile Allah’ı zikredebiliriz, hatırlayabiliriz. Elbette hatırımıza getirdiğimiz her an onunla konuşuyor gibi yücelik ifadelerini kullanmamız kaçınılmazdır yahut tevbe istiğfar cümleleri… Bazen Allahu Ekber deriz, bazen elhamdülillah deriz, bazen subhanallah, bazen estağfirullah deriz. Bunu kalpten söylersek tek bir defa bile söylemek bile yerine göre büyük bir zikr olacaktır. Bu tarz bir düşünüşle zikri hayatımızın her anına taşıyabiliriz.

Şunu da unutmayalım, Kur’an’ın bir ismi de ez-Zikr’dir.(Hicr:9) Hatırlatan bir kitap. Dolayısıyla sürekli Kur’an okuma pratiğimiz de güçlü bir zikirdir. Kur’an’ı anlayarak okuma çabası içine girenlere de çok rahatlıkla zikir yapıyorlar diyebiliriz. Dikkatini çekerim toplumda gelenek haline gelen hatimden bahsetmiyorum, anlayarak okunmasını kastediyorum. Zira zikirde hatırlama var, akla getirme var. Bu nedenle anlamamız şart.

Yüce Rabbimiz kainat ayetlerini sürekli vurgular Kur’an’da ve bazı ayetlerin sonunda der ki ‘öğüt alan bir topluluk için’. Tezekkür ifadesi geçiyor. Zikr konusunda uyanık olanlar Allah’ın kainat ayetleriyle ilgili bir konu açılınca hemen Allah’ı hatırlarlar. Allah’ın gücünü kudretini yeniden farkederler. O an O’nu yücelten ifadeler kullanırlar. İşte bu zikirdir. Hatırlamadır, anmadır. Mesela bu gibi bilimsel konular açılınca bazılarının aklına Allah’ı anmak gelmez. İşte bunlar zikirden gafil olanlardır. O nedenle Kur’an bizi sürekli hatırlamaya çağırır. Vakit dolmadan Allah’ın senin üzerindeki nimetlerini hatırla ey insan!

Müslüman bir şahsiyet Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşama çabasında olur. Birisi Müslümana haram bir şeyi teklif ettiği zaman ‘bu haramdır ben bunu yapmam’ demesi de bir zikirdir. Allah’ın yasaklamasını hatırlamıştır ve buna göre karar vermiştir. Ne kadar da güzel bir zikir değil mi kardeşlerim?

Ankebut suresi’nin 45. Ayetinin meali şöyle: ‘Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Zira namaz insanı fahşa ve münkerden alıkoyar.’  Ayetin bundan sonrasında şu ifade var: vele zikrullahil Ekber. Anlamı şöyle: Allah’ı zikretmek en büyüktür. En büyük iştir, ibadettir, durumdur, haldir. Namaz ise bu zikir halinin bedensel forma dönmüş biçimidir. Düşünün, her hareketin başlangıcında ‘Allahu Ekber’ ifadesi var. Yani Allah En Büyüktür/Tek Büyüktür. Namaz ibadeti başlı başına sözlü zikirden ibarettir.  Huşu ile kılınınca zikir halinin en yoğun kıvamına ulaşılmış demektir. Allah’ı anlamak, anmak, yüceltmek hepsi var namazda. Bu nedenle namazda dile getirdiğimiz her cümlenin anlamını bilmeliyiz. Aksi halde zayıf bir zikir olur. Namazın günde beş vakit olması zikrin ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Namaz farzdır. Zorunlu olan bu zikir de olmasa Allah teslim olması gereken kalb çoktaaaan başka şeylere teslim olur kayıp gider. Bu nedenle namazı zikir bilinci ile kılmalı ve hafızamızdaki Allah bilincini her daim güncellemeliyiz.

Zikrin tefekkür yönü de var. Ali imran 191’de zikr kelimesi öyle bir şekilde geçer ki, insan oğlunun bedensel duruşunun üç yönüne atıf yapılarak namaz gibi günde beş vakit değil adeta hayatın her anına yerleştirir zikri. Ayet meali şöyle: “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerineyken (her zaman) Allah’ı hatırlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünür (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu [batıl] olarak (boş yere) yaratmadın. Sen yücesin. Bizi cehennem azabından koru!” Bu ayet mealinde zikr kelimesi hatırlama olarak çevrilmiştir. Bakınız, ayakta, otururken ve yatarken… Zikrin önemini şimdi anlıyor muyuz? Yüce Rabbimiz, zikri hayatımızın en aktif ameli yapmak istiyor. Ancak bu ayette zikir kavramının içi tefekkürle dolduruluyor. Yani Allah’ın göklerde ve yerde yarattıkları üzerinde düşüneceğiz ve onların boşa yaratılmadığı sonucunu elde edip ardından Allah’ı yüceltip ve azabından sığınacağız. İnsan göklerin ve yerin yaratılışındaki ciddiyeti ve mükemmelliği gördüğü zaman Allah’a karşı yanlış yapmaktan çekinerek hemen azabından sığınma pozisyonuna geçiyor. Bu ayetten hareketle fizik, kimya, biyoloji derslerinin içerikleri eğer bize Allah’ı hatırlatırsa bu da zikir olmuş olmuyor mu? Bakınız, zikir nerelere geldi. Geçmiş asırlarda yaşamış bir alim, bu ayetin kendisini bilimle uğraşmaya sevkettiğini söylemiş. Bilimle uğraşmak da Müslüman için bir zikir zeminidir.

Zikir kavramı ile ilgili belki çok şey yazılabilir ancak uzatmayalım ki maksadımıza erişelim. Müslüman toplumun bir kesiminin kendi kendine ritüel edindiği sayıları yüksek miktarda belirlenmiş virdleri zikir olarak algılarsak zikir kavramını fazlasıyla daraltmış oluruz. Namazlardan sonra 33 kere subhanallah, elhamdülillah ve Allahu Ekber ifadelerini rivayetlerde görüyoruz. Onun dışında sayılara dayalı bir zikir pratiği pek yok. Zaten gerek de yok. Namaz zikirdir, Kuranı anlayarak okumak zikirdir, kainatta Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmek ardından O’nu yüceltmek zikirdir, Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya çalışmak zikirdir. Hasılı zikir hayatı kuşatan bir kavramdır. Buna ekleme yapmaya kalkarsak, asıl olanları ihmal edebiliriz. 

YORUMLAR

  • 0 Yorum