Bakara suresi 152. Ayeti üzerinden zikir kavramı üzerine bir
mülahaza yapalım.
Ayetin meali şöyle: “Beni zikredin ben de sizi
zikredeyim; bana şükredin ve bana nankörlük etmeyin.”
Zikir ve şükür dindarlığımızın en temel iki
kavramlarından biridir. Bu nedenle bu iki kavramı çok iyi kavramalıyız. Ayetler
ve hadisler üzerinden ve sözlüklerden faydalanarak anlamaya çalışmalıyız.
Geçenlerde umreden dönen bir abimizin söylediği güzel bir söz vardı aklıma
geldi: ‘Dindarlık anlamak’ demektir. Elbette ki aklın kuşatabileceği
şeyleri anlamaktan bahsediyorum, gaybi şeyler ise iman konusudur. Hz.
Muhammed'e iman ediyoruz. Tarihin taşıyıp getirdiği bir iman ve en önemlisi de
tarihin taşıyıp getirdiği vahye iman…
Bu yazıda zikir kavramı üzerinde duracağım. Ayetin
bütüncül tefsirini yapmayacağız.
Yaşadığımız toplumda zikir dediğimizde ilk akla gelen
şey, boncuk taneleriyle dizilmiş ve adına tesbih denilen bir şey ile belirli sayılarda
Allah’ın isimlerini tekrar etmek yahut toplu olarak hareketli bir şekilde öne
arkaya doğru gidip gelmek. Kısaca böyle…
Ancak işin içine biraz dalınca içinde zikir kelimesi
geçen ayetleri inceleyince zikrin sadece rutin tekrarlardan ibaret
olmadığını görüyoruz. Bu nedenle bu kavrama yeniden odaklanmalıyız.
Kur’an’ın bütününden anladığımıza göre Yüce Rabbimiz her
daim kendisine sığınmamızı, yönelmemizi ve kendisini anmamızı/hatırlamamızı
istiyor. Bunun bize bakan yönü şu ki, O’dan bağımız koparsa bu bizim için iyi
olmayacaktır. Tıpkı kalabalık bir ortamda annesini kaybeden 4-6 yaşındaki çocuk
gibi… Bu nedenle biz O’nu zikre muhtacız. Yani O’nu hatırlamaya…
Ragip El İsfehaninin Müfredat kitabında Zikr kelimesi
hakkında şu ifade var: bilginin akla getirilmesi veya onunla bir şeyin kalbe
gelmesi. Unutulan bir şeyi hatırlamak veya hafızada varolmaya devam edeni hatırlamak.
Ayrıca şu anlamlara da gelir: söz etmek, bahsetmek,
anlatmak, alaka kurmak; öğüt vermek; hatırlamaya (ibrete) sevkeden vaaz, öğüt;
uyarmak; ikaz, nasihat; övmek/methetmek, statü vermek, şan, şeref.
(kuranharitasi.com)
Anlaşılan şu ki, Allah’ı zikretmek demek, Onu anmak,
hatırlamak, tefekkür etmek anlamına geliyor. Peki bu kavramı hayatımıze nasıl
taşıyacağız?
Yüce Rabbimizin güzel isimlerini elbette tekrar etmek boş
bir iş değildir. Ancak kanaatimce sadece dil tekrarı yeterli değildir. Zikr
kavramı akli ve ardından kalbi bir süreci kapsıyor, bir tefekkür süreci ve
sonunda Onu yüceltme sonucunu barındırıyor. Bu nedenle zikrin zamanı ve zemini
olmasa gerek. Her an bir vesile ile Allah’ı zikredebiliriz, hatırlayabiliriz.
Elbette hatırımıza getirdiğimiz her an onunla konuşuyor gibi yücelik
ifadelerini kullanmamız kaçınılmazdır yahut tevbe istiğfar cümleleri… Bazen
Allahu Ekber deriz, bazen elhamdülillah deriz, bazen subhanallah, bazen
estağfirullah deriz. Bunu kalpten söylersek tek bir defa bile söylemek bile
yerine göre büyük bir zikr olacaktır. Bu tarz bir düşünüşle zikri
hayatımızın her anına taşıyabiliriz.
Şunu da unutmayalım, Kur’an’ın bir ismi de ez-Zikr’dir.(Hicr:9)
Hatırlatan bir kitap. Dolayısıyla sürekli Kur’an okuma pratiğimiz de güçlü bir
zikirdir. Kur’an’ı anlayarak okuma çabası içine girenlere de çok rahatlıkla zikir
yapıyorlar diyebiliriz. Dikkatini çekerim toplumda gelenek haline gelen
hatimden bahsetmiyorum, anlayarak okunmasını kastediyorum. Zira zikirde
hatırlama var, akla getirme var. Bu nedenle anlamamız şart.
Yüce Rabbimiz kainat ayetlerini sürekli vurgular Kur’an’da
ve bazı ayetlerin sonunda der ki ‘öğüt alan bir topluluk için’. Tezekkür
ifadesi geçiyor. Zikr konusunda uyanık olanlar Allah’ın kainat
ayetleriyle ilgili bir konu açılınca hemen Allah’ı hatırlarlar. Allah’ın gücünü
kudretini yeniden farkederler. O an O’nu yücelten ifadeler kullanırlar. İşte bu
zikirdir. Hatırlamadır, anmadır. Mesela bu gibi bilimsel konular
açılınca bazılarının aklına Allah’ı anmak gelmez. İşte bunlar zikirden
gafil olanlardır. O nedenle Kur’an bizi sürekli hatırlamaya çağırır. Vakit
dolmadan Allah’ın senin üzerindeki nimetlerini hatırla ey insan!
Müslüman bir şahsiyet Allah’ın emir ve yasaklarına göre
yaşama çabasında olur. Birisi Müslümana haram bir şeyi teklif ettiği zaman ‘bu
haramdır ben bunu yapmam’ demesi de bir zikirdir. Allah’ın yasaklamasını
hatırlamıştır ve buna göre karar vermiştir. Ne kadar da güzel bir zikir değil
mi kardeşlerim?
Ankebut suresi’nin 45. Ayetinin meali şöyle: ‘Sana
vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Zira namaz insanı fahşa ve münkerden
alıkoyar.’ Ayetin bundan sonrasında
şu ifade var: vele zikrullahil Ekber. Anlamı şöyle: Allah’ı zikretmek
en büyüktür. En büyük iştir, ibadettir, durumdur, haldir. Namaz ise bu zikir
halinin bedensel forma dönmüş biçimidir. Düşünün, her hareketin başlangıcında
‘Allahu Ekber’ ifadesi var. Yani Allah En Büyüktür/Tek Büyüktür. Namaz ibadeti
başlı başına sözlü zikirden ibarettir. Huşu ile kılınınca zikir halinin en
yoğun kıvamına ulaşılmış demektir. Allah’ı anlamak, anmak, yüceltmek hepsi var
namazda. Bu nedenle namazda dile getirdiğimiz her cümlenin anlamını bilmeliyiz.
Aksi halde zayıf bir zikir olur. Namazın günde beş vakit olması zikrin
ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Namaz farzdır. Zorunlu olan bu zikir
de olmasa Allah teslim olması gereken kalb çoktaaaan başka şeylere teslim olur
kayıp gider. Bu nedenle namazı zikir bilinci ile kılmalı ve
hafızamızdaki Allah bilincini her daim güncellemeliyiz.
Zikrin tefekkür yönü de var. Ali imran 191’de zikr
kelimesi öyle bir şekilde geçer ki, insan oğlunun bedensel duruşunun üç yönüne
atıf yapılarak namaz gibi günde beş vakit değil adeta hayatın her anına
yerleştirir zikri. Ayet meali şöyle: “Onlar, ayakta dururken, otururken,
yanları üzerineyken (her zaman) Allah’ı hatırlar; göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında düşünür (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu [batıl]
olarak (boş yere) yaratmadın. Sen yücesin. Bizi cehennem azabından koru!” Bu
ayet mealinde zikr kelimesi hatırlama olarak çevrilmiştir. Bakınız, ayakta,
otururken ve yatarken… Zikrin önemini şimdi anlıyor muyuz? Yüce Rabbimiz, zikri
hayatımızın en aktif ameli yapmak istiyor. Ancak bu ayette zikir
kavramının içi tefekkürle dolduruluyor. Yani Allah’ın göklerde ve yerde
yarattıkları üzerinde düşüneceğiz ve onların boşa yaratılmadığı sonucunu elde
edip ardından Allah’ı yüceltip ve azabından sığınacağız. İnsan göklerin ve
yerin yaratılışındaki ciddiyeti ve mükemmelliği gördüğü zaman Allah’a karşı
yanlış yapmaktan çekinerek hemen azabından sığınma pozisyonuna geçiyor. Bu
ayetten hareketle fizik, kimya, biyoloji derslerinin içerikleri eğer bize
Allah’ı hatırlatırsa bu da zikir olmuş olmuyor mu? Bakınız, zikir
nerelere geldi. Geçmiş asırlarda yaşamış bir alim, bu ayetin kendisini bilimle
uğraşmaya sevkettiğini söylemiş. Bilimle uğraşmak da Müslüman için bir zikir
zeminidir.
Zikir kavramı ile ilgili belki çok şey yazılabilir
ancak uzatmayalım ki maksadımıza erişelim. Müslüman toplumun bir kesiminin
kendi kendine ritüel edindiği sayıları yüksek miktarda belirlenmiş virdleri
zikir olarak algılarsak zikir kavramını fazlasıyla daraltmış oluruz.
Namazlardan sonra 33 kere subhanallah, elhamdülillah ve Allahu Ekber
ifadelerini rivayetlerde görüyoruz. Onun dışında sayılara dayalı bir zikir
pratiği pek yok. Zaten gerek de yok. Namaz zikirdir, Kuranı anlayarak okumak
zikirdir, kainatta Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmek ardından O’nu
yüceltmek zikirdir, Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya çalışmak zikirdir.
Hasılı zikir hayatı kuşatan bir kavramdır. Buna ekleme yapmaya kalkarsak, asıl
olanları ihmal edebiliriz.
YORUMLAR