Düşünüyorum da,
Irk asabiyet ve mezhep taassubu aslında zahmetsiz tercihlerdir.
İnsan, düşünceye ve duyguya dayalı aksiyonlara girmeden gözünü açtığı çevresinde ne gördü ise zihnini ve kalbini bu kalıba göre şekillendirir. Daha sonra donuklaşan bu kalıb zihni ve kalbin değişmesine engel olur. Bir sorgulama süreci söz konusu olsa anında çatışma çıkar.
Ancak bir şuurlu dindarlık yahut evrensel insanlık aidiyeti elde edebilmek için, beynin ve kalbin hakkıyla efor sarfetmesi ve emek harcaması gerekir. Zaten ilahi mesaj, insanı içinde yaşadığı sonradan oluşan beşeri zindanlara hapsolmasını önlemek için gelmiştir. Ali Şeriati'nin bahsettiği zindanlar vardı ya, işte onlardan kurtarmak için gelmiştir.
Irk, kavim aidiyeti son derecek doğal ve seviyesi düşük bir aidiyettir. Yani ırksal aidiyet insana ulvilik katmaz. Mezhepsel taassub da. Zira delilleri öğrenmeye gerek duymaz. Böylece beynin kombinasyonel çalışmasıne gerek kalmaz. İtiraz edene ise kestirmeden savunma/saldırı cephesi oluşturur. Irksal aidiyetin dil ve yaşamsal tecrübe dışında üst düzey ulvi bir getirisi yok. Evet atalarımız var ama onlar kendi zamanlarının imtihanlarını vermişler. Onlar da bizim gibi veya biz de onlar gibiyiz, beşeriz, onlarla olan kan bağımızın beraberinde getirdiği duygusal fıtri yakınlığın dışında ne yapabiliriz başka. Kur'an der ki, "onlar bir ümmetti geldi geçti"...İşte insanı tarih zindanından kurtaran bir ayet.. Atam da olsa bile etkileşime girmediğim birini putlaştıramam, sırf kan bağım var diye ondan ne geldiyse mutlak doğrudur diyemem.
Yüce Rabbimiz insanın "mutlak inanç" fıtri güdüsüne binaen bize rahmet ederek içimizden bir elçi ve katından bir kitap göndermiş. Mutlak bir bağlılık olacaksa bu ikisine olsun diye. Bu ikisine tabi olduğumuz zaman bakıyoruz ki, meğer ırk ve mezhep taassubu çok aşağılarda kalıyor. Vahiy ve nübüvvet insanın çıtasını yükseltiyor. İnsanı özgürleştiriyor. Bu özgürleşme başıboş hale gelme değil, bilakis ağır insani sorumluluklar yükletiyor ve kendisine tabi olan insanı yeryüzünden sorumlu tayin ediyor adeta. Fesada karşı ıslah cephesi kurduruyor vahye tabi olan insana. Zalimlere düşmanlık bilinci aşılıyor ve bunun için güç oluşturmasını istiyor. Kula kulluğu yok etmek için insana mücadele azmi aşılıyor.
Dediğim gibi vahyin insana kazandırdığı özgürlük, hevai bir başıboşluk ve istediğini kuralsız hesapsız yapma hali değildir. Bu tarz özgürlük haline heva-gürlük demek gerek. Zira öz, temiz duygu ve düşünce barındırır.
Vahyin insana kazandırdığı özgürlük, insanın yaşadığı cemiyete fıtrata uygun bir nizam tesis etme kabiliyetini kuvveden fiile çıkarmaya zorlar. "Biz insanı başıboş olsun diye yaratmadık" der Kur'an... Peki niçin yarattı?! İşte bu soruyla başlıyor ulvi sorumluluk süreci...
Hasılı ırksal asabiyet ve mezhepsel taassub tarih boyu niceliklere sahipse de niteliğe sahip değildir. Maddi kuvveti varsa da manevi derinliği yoktur. İnsanı zorbalıkla hizaya getirmeye çalışır. İnsanın kalbine giremez. Zira ilahi evrensel insanlık ufkunun çok altındadır. Çıta çok düşüktür. Bu düşük çıtayı aşamayan insanlara vahyi ulaştırırsak onları bu gayyalardan kurtarmış oluruz. Fıtrata aykırı bu aidiyetler maalesef iktidar olunca zulüm üretmektedirler.
Yukarıda bahsettiğim vahiy ve nübüvvetin, kendisini yeryüzünden sorumlu tuttuğu ulvi şahsiyetin bunlarla mücadele etmesi kendisinin varlık gerekçesidir.
Selam ve dua ile.
YORUMLAR