Bir toplumun ayakta kalabilmesi için adalet ve ahlak, vazgeçilmez iki sütundur. Ancak ne yazık ki, içinde bulunduğumuz dönemde bu iki kavram, tarih sahnesinde her zamankinden daha çok yara almış durumda. Sokağa çıktığımızda yüzümüze çarpan acı gerçekler, gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan haberler ve toplumun dört bir yanına sirayet eden yozlaşma, bu çürümüşlüğün açık bir göstergesidir.
Adaletin yerini korku, ahlakın yerini çıkar ilişkileri aldığında bir toplumun çöküşü kaçınılmazdır. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo bunu doğruluyor. Babasının cebinde çocuğuna mont alacak parası olmadığı için intihar eden bir baba… Uyuşturucu satıcılarının zehirlediği gençler… Şiddet sarmalında yaşamaya mahkûm bırakılan kadınlar… Yetimhanelerde istismara uğrayan masum çocuklar… Hangi birine isyan edeceğimizi bilemez hâle geldik.
Ahlak ve Dinin Çıkmazı
Bir toplumun ahlaki değerleri sadece dini inançlarla ölçülemez. Tarih boyunca din, ahlaki öğretilerin temelini oluşturmuş olsa da, ahlak, bireyin vicdanında ve toplumun ortak değerlerinde kök salar. Bugün gelinen noktada devasa bütçelerle inşa edilen camiler dolmuyor, ancak ahlaki çöküntü derinleşiyor. Dini değerler dilden düşmezken, aynı toplumda yolsuzluk, şiddet ve istismar vakaları hızla artıyor. Bu çelişki, dinin özünden uzaklaşıp şekilciliğin hâkim olduğu bir anlayışın sonucudur.
Eğer bir toplumda adalet işlemiyorsa, ahlak sadece bir kâğıt üzerindeki kavramdan ibaret kalır. Suçluların cezasız kaldığı, hırsızların ödüllendirildiği, masumların ezildiği bir düzende dinî ve ahlaki öğretiler de etkisiz hale gelir.
Hukukun Gücü ve Siyasetin Rolü
Hukuk, adaleti sağlamak için var olan en önemli araçtır. Ancak hukuk sadece kağıt üzerindeki maddelerden ibaret olduğunda, adalet dağıtmak yerine zulmün aracı haline gelir. Bugün halk, adalete olan inancını kaybetmiş durumda. Yargı bağımsızlığı sorgulanıyor, siyasi çıkarlar hukukun önüne geçiyor. Bu tabloyu tersine çevirmek için cesur, şeffaf ve dürüst yöneticilere ihtiyaç var.
Siyasetçiler, halkın refahını sağlamak için görev alır. Ancak siyaset, yozlaşma ve menfaat uğruna yapıldığında toplumun kanser hücresi haline gelir. Yolsuzlukla mücadele edilmeden, siyasette şeffaflık sağlanmadan, halkın taleplerine kulak verilmeden toplumsal güveni yeniden tesis etmek mümkün değildir.
Çözüm: Vicdan ve Eylem
Her birey, bu çöküşü durduracak bir taş koyma sorumluluğuna sahiptir. Eğitim, bu mücadelenin en önemli cephesidir. Ahlak, adalet ve vicdan temelleriyle yetişen bir nesil, toplumu ayağa kaldırabilir. Ancak bu eğitim, sadece okullarda değil, evde, sokakta ve toplumun her kademesinde verilmelidir.
Adaletin yerini bulduğu, ahlakın güç kazandığı bir düzen hayal etmek zor değil. Ama bu, sadece hayal etmekle olmaz. Daha çok konuşmamız, daha çok sorgulamamız ve daha çok mücadele etmemiz gerekiyor. Çünkü ahlaksız bir toplum uzun süre ayakta kalamaz. Çöküşün eşiğinde durduğumuz bugünlerde, hep birlikte bu çürümüşlüğe karşı durmalıyız.
Toplumun kurtuluşu, bireyin vicdanında başlar. Ve bu vicdan, adaleti ve ahlakı savunma cesaretini gösterdiğinde, geleceğimiz için yeniden umut yeşerebilir.
YORUMLAR