Milletimizin gönlünde müstehak bir taht kuran üstad.Milli Şair veya Kur´an Şairi, Fikir ve Aksiyon Adamı, Veteriner, Müderris, Vaiz, Hafız ve Muhafızı Kuran , Kurân Mütercimi,I.Meclis Milletvekili.
Güzel bir ailenin güzel bir ferdi olan Mehmet Afif’imiz ,anne tarafı Buhara´dan Anadolu´ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; Babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi´dir. Babası, ona ebced hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi kullanılarak benimsedi.
İlköğrenimine Fatih´te Emir Buhari Mahalle Mektebi´nde başladı. İki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi´nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii´nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885´te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi´ne kaydoldu. 1888´de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirdi.
Mehmet Âkif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi´ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi´ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Âkif´in bu yıllarda insanın acziyeti gereği hayata yenik düşmesi beklenirken, Mehmet Akif derslerinin yanında güreş, yüzme, yürüme, koşma, taş atma, ata binme gibi sporlarda da önemli başarılara imza attı. Şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete´de Servet-i Fünun Dergisi´nde şiirleri ve yazıları da yayımlanacaktır.
Mehmet Akif, memuriyete başladıktan sonra 1894 yılında Tophane-i Âmire veznedarı Mehmed Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi ve bu izdivacın ilk yılında Cemile adlı bir çocukları oldu. Cemileden sonra, Feride ve Suadi daha sonrada İbrahim Nedim, Emin ve Tahiri adlı çocukları dünyaya gelen Akif Ailesi, hayatlarının başında tattıkları saadet ve mutluluğu, tevekkül ve samimiyetleri sayesinde hayatlarının sonuna kadar taşıyabilen nadir ailelerden biri durumuna geldiler.İmtihan dünyasında bir çok şeyle sınanan Mehmet Akif ve ailesi bu yazının konusu olmayan çok zor ve acı durumlar yaşamışlardır.
Mehmet Akif, 1906 yılında Halkalı Ziraat Mektebinde hocalık yapmaya başladı. Daha sonra Çiftçilik Makinist Mektebinde de dersler verdi.1908´de Darülfünun Umumi Edebiyat müderresliğine tayin edildi.
Felaketlerin gelmek için sıra beklemediği bu zamanda Vatan’ımıza ve Mehmet Akif´in vicdanına en büyük darbelerden biri de Arnavutluk İsyanı oldu.
Mehmet Akif, bu gibi felaketlerin ardından daha büyük hareketlerin doğacağını hissetti ve o ihanetler doğmadan milleti cesaretlendirip mukavemete hazırlamanın yollarını aradı.
İnanmış ve inancına adanmış olan bir dava adamı olarak Mehmet Akif, sadece söylemek, sorunları ifade etmenin yetmeyeceğini bilen ve memleketi kurtaracak, milletin ümidini yeniden alevlendirecek davetsiz ve vazifesiz gönül fedailerinin ortaya çıkması gerektiğine inananıyordu.
Sorunlar ve gelecek tehlikeler karşısında İnanmış ve adanmış bir fikir adamı yönüne aksiyon ve çözüm adamı olduğunu hayatıyla göstererek ispatlamıştır. Mehmet Akif, Ziraat Nezareti ve Darülfünundaki vazifelerinden büyük bir fedakarlık örneğine şahitlikle istifa eder. Şahsi ve acil ihtiyaçlarını milleti için unutup milletinin ızdırabını dindirmeye koştu ve söylediklerini ilk olarak kendisi tatbik etmeye başladı.
Mehmet Akif ve onun gibi inanmış,adanmışların bütün bu gayretler felaketi önlemeye yetmedi. Balkanlarda gittikçe çoğalan kin ve husumet dolu azınlık ayaklanmaları, Batının himayesi ile savaş şeklini aldı ve binlerce insanı heder eden bir hüsranla bitti.
Mehmet Akif, iman ve heyecanın izharıyla terennümü olan onlarca şiir yazdı. Bu şiirler dilden dile, gönülden gönüle yayıldıkça, vatanın her yerinde bir canlanma, milletin her ferdinde bir kımıldama görüldü ve Balkan faciasının yaraları el birliği ile sarılmaya çabalandı.
Akif, daha sonra geçici sükunetten faydalanarak Mısır seyehatine çıktı. Mısırın eski harabelerini ve tarihi yerlerini gezdi. Özellikle El-Uksur, çok dikkatini çekti ve El-Uksur´da” şiirini yazdı.
Mısır’dan sonra Rasulullah’ın Şehri Medine´ye geçen şairin bu seyahati iki ay kadar sürdü ve daha sonra İstanbul´a döndü.
Milleti için çözüm arayışlarıyla ilgili seferler yaptı.Alman İmparatoru Vilhelm´in daveti üzerine oradaki Müslüman esirlerle görüşüp onları işrad etmek üzere Akif´in Şeyh Salih Şerif Tunusi ile yaptığı Almanya seyahati, teşkilatın bu çalışmalarını yerinde gerçekleştirmişti.
Rasulullah’(as) ın hayatını örnek alan Mehmet Akif, mütevazı hayatını O’nun ilkelerine göre sürdürdü. 1914 yılında Berlin´e vardığı zaman kendisine büyük bir otelde geniş bir oda ayrıldı, fakat o burada kalmayı kabul etmedi ve tren istasyonu karşısındaki üçüncü sınıf bir otele yerleşirken de Almanya´nın tarihi boyunca hiçbir ferdinde göremeyeceği bir fedakarlık ve fazilet örneği gösterdi.
İslam ve ümmet mefkuresiyle hayatını şekillendiren Mehmet Akif, Almanya´da ilk iş olarak İngilizlerle aynı safta bize karşı çarpışırken esir düşen Müslümanlarla görüştü, onlara Osmanlı Devleti’nin durumunu anlattı. Hilali kurtarmak gayesi ile savaşa sürüldüklerini söyleyerek pişmanlıklarını ifade etmeleri karşısında; “Bizim en büyük derdimiz cahil olmak. Bütün Müslüman aleminin başlıca derdi bu afet. Onu yenmedikçe, hiçbir ciddi ve şerefli netice elde edilemez. Allah Rasulu Muhammed as ve O’nun davasını sürdüren arkadaşlarının yöntemini şöyle ifade ediyordu.’’Bence İslam´ın büyüklerinin yapacağı tek şey, birer iman, medeniyet ve irfan mücahidi hüviyeti içinde diyar diyar gezmek irşad etmek ” diyerek memleket için yapılması gereken ilk ve en önemli çalışmayı belirtti.
Mehmet Akif ,Almanya´dayken Çanakkale Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Başka cephelerde de savaşın şiddeti Çanakkale´dekinden az değildi, ama millet bütün ümidini Çanakkale Savaşının neticesine bağlamıştı. Savaşın kazanılması Cihan harbinin seyrini bizim ve müttefiklerimizin lehine belki değiştirebilirdi.
Akif, İngilizlerin sinsi, dessas planları karşısında ümidini Çanakkale´ye bağladı
Osmanlı Devleti ve İslam aleminde ortaya çıkan dini meseleleri halletmek ve İslam´a yapılacak hücumları cevaplandırmak için Darü´l-hikmeti´l İslamiye Cemiyeti kuruldu. Ahmet Cevdet Paşa, Mustafa Sabri Efendi, Üstad Saidi Nursi gibi devrin meşhur ve mümtaz alimleri bu cemiyete üye, Mehmed Akif´de başkatip olarak tayin edildiler.
Akif´in Ravza-i Mutahharadan getirdiği ideal,bilinç ve çözüm olacak gül fidanlarının gönüllere dikmesi için en güzel fırsattı. Bu maksatta hemen işe başladı, bir yandan içten ve dıştan İslam´a yapılan hücumlara cevap vermeye çalışırken diğer yandan Said Halim Paşa’nın İslamlaşmak adlı eserini Fransızca´dan Türkçe´ye çevirdi.
Akif Ankara´ya Burdur Mebusu olarak geldiğinde şehri karamsar bir kaynaşma içinde buldu. Yunan Ordusunun Ankara´ya doğru ilerlemesi karşısına, başta Mustafa Kemal olmak üzere birçok devlet büyüğü meclisi Kayseri´ye taşımaya karar vermiş ve mühim bir kısım evrak gönderilmişti bile.
Akif ise Kayseri´ye taşınmanın bir dağılma olacağını ve tekrar toplanmanın güçleşeceğini düşünüyordu. Bu yüzden karara karşı çıktı. Meclisin Ankara´da kalmasını Sakarya´da yeni bir müdafa hattı kurulup düşmanın orada karşılanmasını teklif etti. Teklifi görüşülüp benimsendi ve Akif´in imanlı sesi bir taahhütname gibi Ankara´dan vatan safhına dağıldı.
Hz.Allah’ın izni ve yardımıyla ‘’Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz.”
Akif´in imanlı kalbinin dile gelip söylediği gerçekleşiyor, “şenaet ve denaet” ordusunu bütün Cihan desteklemesine rağmen cephe sarsılmıyor ve gönüllerdeki ümit ve iman ışığı gün geçtikçe güçlenerek istiklal şafağını söktürmeye hazırlanıyordu.
Bunun için dalgalanacak bayrağa ses ve nefes olacak bir marşa ihtiyaç duyuluyordu. Bu gaye ile Milli Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekaleti) bir yarışma açmış, fakat yarışmaya katılan 724 şiirde İstiklal duygusu hissedilmesine rağmen, milletin müşterek iman ve heyecanının terennümü temin edilmemişti. Mehmed Akif 500 lira mükafat konulduğu için bu yarışmaya katılmamıştı. Mecliste ise en güzel Marşı ancak Mehmed Akif´in yazabileceğine dair ortak bir kanaat vardı.
Bunun için zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi,
“Pek aziz ve muhterem efendim,
İstiklal Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asıl endişemizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetlerimi arz ve tekrar eylerim efendim.” Şekillerindeki bir yazı ile Akif´e bir müracaatta bulunarak onun yarışmaya katılmasını sağladı.
Mehmet Akif,elinde ufacık bir kağıdı alarak ideallerinin,davasının,inancının ümitle tefekkürüne daldı. Ara sıra bir kelime yazdı, bazen yazdığını çizdi, sonra tekrar yazdı. Saatlerce inancının çözüm önerilerini düşünerek, nihayet milletin imanını, heyecanını,kurtuluş yollarını dile getirdiği marşı bitirdi; İmanın, milletin,dinin ve vatanın muhafızı olan “kahraman ordumuza” ithaf ve milletimize armağan etti.
Akif, hayatının son zamanlarında Prens Halim Paşanın Alemdağ´daki konağına giderek, hastalık onu bitirmeden o hayatının gayesi olan eserlerini (İkinci Asım, İstiklal Savaşı, Selahaddin Eyyubi Piyesi, Peygamberimizin Veda Hutbesi) bitirmeyi azmetti. Ancak yokluk ,hastalık ve diğer engeller yüzünden bu hayalini gerçekleştiremeden vefat etti.
Okunan Kur´an ve ilahilerden sonra hep bir ağızdan istiklal marşını söyleyerek defnedildi.
Not:
Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 7 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklal Marşı´nı Safahat´a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben, onu milletimin kalbine gömdüm".
1. Kitap: Safahat (1911) - 44 manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.
2. Kitap: Süleymaniye Kürsüsü´nde (1912) - Süleymaniye Camisi´ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim´in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.
3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913) - Topluma İslâmî mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır.
4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) - Fatih Camisi´ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir.
5. Kitap: Hatıralar (1917) - Âkif´in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah´a yakarışını içerir.
6. Kitap: Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder.
7. Kitap: Gölgeler (1933) - 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Her biri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır. Üç tanesi ayet yorumu şeklindedir.
8. Kitap: Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) - 6 Safahat´ı bir araya getirir. 1943´teki toplu basımının sonuna Âkif´in hayattayken basılmamış şiirlerini içeren Damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından bir araya getirilmiş 16 manzumeden ibaret Son Safahat başlıklı bölüm eklenmiştir.
Kuran Şairi ve Kurana hizmetle şereflenen herkese
Rahmet,
Minnet,
Saygıyla ...
A.Erkan FURKAN
YORUMLAR