Reklam
Reklam

Mücahit Bilici: ‘Türkiye’de ümmet Türklük’tür’

Mücahit Bilici: ‘Türkiye’de ümmet Türklük’tür’ Sosyolog, yazar Mücahit Bilici Artı gerçek’ten Jînda Zekioğlu’nun sorularını yanıtladı.

Mücahit Bilici: ‘Türkiye’de ümmet Türklük’tür’

Mücahit Bilici: ‘Türkiye’de ümmet Türklük’tür’ Sosyolog, yazar Mücahit Bilici Artı gerçek’ten Jînda Zekioğlu’nun sorularını yanıtladı.

Mücahit Bilici: ‘Türkiye’de ümmet Türklük’tür’
24 Ağustos 2019 - 12:29
Reklam
Reklam

İşte o söyleşi:
 
- Devlet Kürtlerin hiçbir başarısını cezasız bırakmıyor. Vekil oluyor cezaevine mahkûm ediyor, siyaset yapmak istiyor yargılama istemiyle sürgüne mahkûm ediyor, dağa çıkıyor terörist oluyor. Belediye seçimlerine de kayyım ile ceza kesmeye bağışıklık kazandı. Kürtlerin kayyıma karşı tavrı ne olmalıdır sizce? Devletle mücadele yöntemi ne olmalıdır?
 
Kürtlerin herhangi bir şekilde Kürt olarak ön plana çıkması devlete batıyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürtlerin görünmezliği üzerine kurulmuştur. Bakınız burada Kürtlerden beklenen yokluk değil görünmezliktir. Var olabilirsin, Cumhurbaşkanı bile olabilirsin ama Kürt olamazsın, olmamalısın. Bu yüzden devlet mecbur kalmadıkça yok etmez. Ama görünmez kılmak için her şeyi yapar.
 
Görünmezleştiği zaman Kürtlerin son tahlilde asimile olacağına inanır ve haklıdır. Görünmezliğin, insaniyet noktasında yokluk olduğunu ise Kürtler henüz algılayabilmiş değil. Kürtler devlet açısından arada bir yaramazlık ve hatta terör estiren evcil bir hayvan, hadi bilemediniz en fazla evcil bir insan mesabesindedir.
 
- Nasıl ve neden böyle sizce?
 
Kadim yasadır: evcil olanın oy hakkı yoktur. Kendi kendine sahip olmayanın oyları geçersizdir. Televizyonda “Kürtlerin oyları cehalet oyu olduğu için dikkate alınmaya değmez” diyen sözde güvenlik uzmanı, devletin bilinçaltını açığa çıkaran bir sürçmedir. Veli ve vasi olanın ataması, evcil olanın seçiminden üstündür. Böyle bir statüdeki Kürdün Türkiye’de bakımı, terbiyesi, şefkati, yeşil kartı vesairesi esirgenmez. Ama hiçbir zaman yularını kendi eline almasına, zincirini kırmasına izin verilmez.
 
Kayyım devlet memurudur. Hiç kimsedir. Siyasal amir kimse muhatap da o olmalıdır. Kayyıma karşı mücadeleyi Ankara’da İstanbul’da vermedikten sonra, Diyarbakır’da Kürt gençlerini Türkiye polisine dövdürtmek kayyımla bir mücadele yöntemi değildir. Fedakârlık tek başına bir değer değildir. Feda ettiğin insani malzemeyi doğru yerde, doğru şekilde mi harcıyorsun yoksa bir halkın hayatını heder mi ediyorsun, bu soruyu sormadıktan sonra suçu sadece Türkiye devletinin baskıcı politikalarında aramakla Kürtler çok hata eder.
 
Kayyım kararının birinci muhatabı Türkiye’nin üçüncü büyük partisidir. Bu partinin ne CHP’ye dilencilik etmesi ne de kendi milletvekillerine sokakta dayak yedirmesi gerekirdi. Bir politik denklemde zayıf ama lazım olan bir parça, eğer varlığı ile hakkını tahsil edemiyorsa, yokluğu ile o haksız sistemi tıkayabilir.
 
- Kürtler bu yüzden isyan noktasına gelmiyor mu zaten?
 
Kürtlerin isyan ve itiraz kabiliyet ve potansiyelleri yanlış yerlerde heder edilmiştir, edilmektedir. Silahlı bir örgüt, silahla Kürtlerin azınlık olduğu 80 milyonluk bir ülkeyi demokratikleştireceğini sanıyor ve bunun için kendisinden nefret eden bir topluma, zorla, aşık olduğunu söylüyor. Bugün Türkiye’de silahla en fazla AKP ve MHP gibi partilerin faşizmlerini büyütürsünüz. Silah, Kürtlerin Türkiye’deki özgürleşme sürecine bir engel haline gelmiştir. Silahlı örgüt, Kürtlerin sivil, demokratik mücadelesini ipotek altına alan ve meşruiyetini yok eden kullanışlı bir enstrümana dönüşmüştür.
 
Silahla demokratikleştirmek ne kadar gülünç ve anti-demokratik bir pozisyon ise, Türkiye’de gerçek muhalefet konumuna gelen ve demokrasinin yükünü (Kürtler sayesinde) çeken meşru siyasi partinin de bir yandan tüm Türkiye’nin partisi iddiasında bulunurken, öbür taraftan o toplumun yasadışı gördüğü silahlı örgüt karşısında hükümsüz kalması gibi bir çelişki var. Bu çelişkiler Kürt siyasetinin yapısal sorunlarıdır ve bu çelişkiler çözülmedikçe Kürtler hep iki arada bir derede, bıyıkla sakal arasındaki meşruiyet arafında dayak yemeye devam edecekler.
 
“TARLA KÖLESİ OLMAKTAN EVCİLLEŞTİRİLMEYE DÖNÜŞEN HUKUKİ ZIRVALAR”
 
- “Türkler, Kürtlerden korkmadığı sürece saygı duymayacaktır” diyorsunuz. Üstelik şiddet karşıtı olduğunuzun altını çizerek dile getiriyorsunuz bunu. Şiddet göstermeksizin nasıl korkutulur bir halk? Yolu, yöntemi ne size göre?
 
Demokrasi, şiddet kabiliyetinin yurttaşlar arasında eşit dağıldığı rejimin adıdır. Bir demokraside sıradan bir vatandaş, başbakandan veya cumhurbaşkanından korkmaz. Çünkü yasa ikisini de birbirine karşı korur. Bir toplumda bir birey veya kesim diğer bir kesimden korkuyor ama karşı tarafı korkutamıyorsa orada eşitsizlik var demektir. Siyasal çokluk partileşmeyi gerektirir. Yani taraflaşma kabiliyeti olmalı. Zincire bağlı olmayan her köpek ısırabilir ve zincirini kıran her köle kaçabilir. Bakınız kimse zincire bağlı olmayan bir köpekle dalga geçmez. Köle ancak efendiye, efendinin ona saldığı korkunun yarısını geri iade ederek özgürleşebilir. Bir sohbette başkasının söz hakkı ne kadar kutsal ise, demokraside bir tarafta temerküz etmiş korku ve şiddet kabiliyetinin ondan mahrum olanlara dağıtılması da o kadar kutsaldır. Hatta Balibar bu tarz korku anlamında bir şiddetin siyasetin dışında değil, siyasetin bizzat bu şiddet rezervinin taraflarca eşit dağılmasıyla demokratik hale geldiğini anlatır. Amerika’da yaşamayanların anlamakta zorlandıkları “silah bulundurma hakkı”nın neden kutsal olduğu da yine bununla ilişkili.
 
-  Nasıl korkacak Türk, Kürt’ten?
 
Türkler Kürtlerden nasıl korkacak? Ya da Türkleri Kürtlerin sırtından indirip eşit yol arkadaşı haline getirmek için ne yapmalı? Ya iki taraf da birbirinin korkusunun esiri olarak eşitlenecekler. Ya da iki taraf birbirine saygının fazileti ile eşitlenecekler. Üçüncü bir yol yok. Bunlara alternatif olarak sunulan, ümmet, kardeşlik, şefkat gibi söylemler esirin tarla kölesi olmaktan ziyade evin evcil insanı olarak muamele göreceğini söyleyen gayrihukuki zırvalardır. Saygının temelinde her zaman korku vardır. Başta Allah, insanlar korku duymadıkları hiçbir şeye saygı göstermezler. Ya bu faydasından mahrumiyet korkusudur ya da gazabına uğrama korkusu. Kürtlerin saygıyı elde etmesi önlerindeki birincil meseledir. Bu da muhataba bunu kabul ettirmeyi, aksi durumu büyük bir maliyete dönüştürmeyi gerektirir. Kürtler bu maliyeti üretmeden, Türk kitlelerinin gaflet, bencillik ve hakim psikolojilerini kıramazlar. Peki bu maliyet nasıl üretilecek? Demokratik kitle çağındayız. Kürtler onlarca milyonluk devasa bir nüfusa sahip, örgütlü ve sivil hareket etmeleri durumunda bağımsızlık dahil her türlü hakkını evet söke söke alabilecek bir kitledir. Peki neden bu gerçekleşmiyor? İki büyük sebep söyleyebilirim: Birincisi, Kürtler merhamet değil, haklar çağında olduğumuzu henüz anlamış değil. Acındırmaya ve sempatiye ayrılan enerjinin çok az bir kısmı eğer “tanınma”ya ayrılsaydı, bugün Kürtler şimdiki üzücü halde olmazlardı. İkinci sebep ise geçmişte Kürt kimliğinin varlığının tanınmasında tartışmasız rolü olan silahlı şiddetin, bugün Kürt kimliğinin eşitlik kazanması önünde bir engele dönüşmesi söz konusu. Silahla dağda mücadele edersin.
 
-  Size göre formülü nedir bunun?
 
Eğer demokrasi mücadelesi vereceksen bu silahla olmaz. Kürtler, Türkiye içinde silahlı şiddetten mutlak boşanıp sivillikte radikalizme geçerlerse o zaman Türk devleti ve Türkiye toplumunun gafil kısmı hakikatle yüzleşmek ve bedel ödemek zorunda kalacaktır. İşte o zaman Kürdü kaybetme korkusu ilk kez onu kazanma amaçlı saygıya dönüşecektir. Bugün Kürd’ün Türkiye’de sadaka dışında adı yoktur. Bu konuda veren el, alan elden üstündür. Bu yüzden eşitlik verilmez kazanılır; alınmaz hak edilir. Bugün Türkiye’de Kürt siyasetinin ne istediği net değildir. Kürtler adına ne istediği meçhuldür. Ne istediğini isteyen bilmiyorsa, duyması beklenenin onu vermesi mümkün değildir. Siyasette netlik bir fazilettir ve kitlesel bilinç üzerinde etkili bir silahtır.
 
“TÜRKİYE’DE ÜMMET TÜRKLÜK’TÜR”
 
- Kürtlerin haklarının ümmetçilik yalanı altında talan edildiğini savunuyorsunuz. Bu görüşünüz İslami cenahta oldukça tepki çekti. Konuyu ortak mücadele, birlikte savaşma, din kardeşliğine çekenlerin rahatsızlığı nedir?
 
Ümmet kavramı politik topluluk demektir. Mesela tek başına liberter bir devlet olan İbrahim için “o tek başına ümmetti” denilir. Bir liderin ümmeti olur, tabileri anlamında takipçileri kastedilir. Peygamberlerin ümmetleri de bu kabildendir. Ünlülerin de ümmetleri vardır. Hazreti Muhammed hem mesaj, hem de şecere olarak peygamberliğini İbrahim’in soyuna dayandırdığı için, aynı zamanda onun ümmettindendir. Ümmet bugünkü anlamda nasyonalite, toplum üyeliği, yurttaşlık gibi anlamlara denk gelir. Türkiye’de Kürtlerin İslam ümmetinin parçası oldukları hukuki olarak bir yalandır. Çünkü Türkiye’de yurttaşlığın resmi ismi Türk’lüktür, İslam değil. Türkiye'de hukuki olarak Kürtler Türk’tür, ama Müslüman değildir. İdeolojik olarak Kürtlerin Müslüman ulusun içinde görmek haklı bir pozisyon olabilir ama, hukuki karşılığı olmayan bir şeydir, yok hükmündedir. Türkiye’de ümmet, Türklüktür. Halbuki Kürtlerin Türklük ümmetine değil, gayri etnik bir demokratik ümmete mensup olmaları gerekir.
 
Bir de Türk’ün Türk’e propagandasında hiç ümmet kavramına rast gelmiyoruz. Ama Kürd’e propagandada ümmetten, peygamberden, sahabeden geçilmiyor. Onun için bu masalları geçiniz. Ümmet, Kürtleri kandırmak için mobilize edilen bir yalandır. Dindar/muhafazakâr/İslamcılar ümmet üzerinden Kürtleri görünmezleştirmeye çalışırken, milliyetçi/faşist çevreler de kardeşlik yalanı üzerinden bunu yaparlar. Ama Sezai Karakoç ne güzel demiş: “Kardeşiz demek yetmez. Habil misin, Kabil mi?” Kim demiş kardeş kardeşi öldürmez, boğdurmaz diye. Bakınız Osmanlı krallarından Fatih Sultan Mehmet bile olsan bugün kardeşini öldüremezsin.
 
Zira şükürler olsun ki saltanat lağvedilmiştir. Kölelik kalkmıştır. Kardeşlik, ümmetlik gibi perdeler haksızlık ve eşitsizlik gerçeğini örtemez. Kardeşiz diye kadıya gitmeyecek miyiz? Gideceğiz ve zulüm parmağınız kesilecek. Korkacaksınız ve hakka saygı göstermeyi öğreneceksiniz. Kürtlerin silahı işte bu eşitlik ve saygı hakkıdır. Bunu almaları gerekir.
 
“DEVLETİN YAPTIĞINDAN MİLLET DE SORUMLUDUR”
 
- Konuyu halklar üzerinden konuşmaktansa, rejimlerin halklar üzerindeki hegemonyasını konuşmak daha sağlıklı olmaz mı? Bir dolu Laz, Arap, Çerkez, Türk Müslümanın kerterizi ne olmalı sizce? Hangi hakikatleri hatırlatmak gerek?
 
Devletler ile halklar arasında bir etkileşim ve karşılıklı şekillendirme, belirleme vardır. Kürtlerin yaşadığı zulümden Türkiye toplumunun Kürt olmayan kısmı da sorumludur. Çünkü bu devlet onların (da) adına Kürtlere yapıyor, ne yapıyorsa. Bir demokraside devletin yaptığından millet sorumludur (hani hakimiyet milletin idi?). Eğer sorumlu değil ise bugün kayyım atamaları konusunda bu yapılan sadece Kürtlere yapılmamıştır diye, Kürt olmayanlardan anlayış dilenmenin sebebi nedir? Bugün Donald Trump denen hokkabazın davranışlarından başta ona oy verenler olmak üzere, tüm Amerikalılar bir ölçüde sorumludur. Vicdanen onu reddetmeleri ve “bu zulme ortak değiliz” demeleri gerekir. Gerçekler acıdır ve acı olmadıkça gerçeklikleri takdir edilmemektedir. Türkiye’de zulümler çoğunlukla devlet ile hükümet veya devlet ile halk arasında ayırım yapılmak suretiyle gümbürtüye gider. Hesap sorulmaz. Kürtler diye bir şey varsa, Türkler diye de bir şey var. Ve Kürtlerin hukukunu tesis etmek, Türklerin bunu kabul etmesi ve bu gerçeğe teslim olması ile mümkün. Kürtler söz konusu olduğunda AKP, MHP ve CHP’yi aynı çizgide buluşturan sadece devlet mi, yoksa Türkiye’nin kendine Türk diyen kitleleri mi? İkisini birden ele almak lazım.
 
“İMAMOĞLU, ALDIĞI YARDIMIN BEDELİNİ KÜRTLERE ÖDEMELİ”
 
- İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bir tavsiyeniz olmuştu. Elde ettiği başarı için somut bir teşekkür etmesi gerektiğini bunu da Kürtçe’yi sembolik noktalarda ikinci dil olarak kullanmakla yapabileceğini söylemiştiniz. Karşılık bulması muhtemel mi sizce? Nasıl buluyorsunuz İmamoğlu’nun “Kürt kardeşleri” ile ilişkisini?
 
İmamoğlu zaruretin doğurduğu bir figürdür. Siyasi bir lider olarak görmüyorum. Selahattin Demirtaş ile karşılaştıranlar oldu. Arada çok büyük bir uçurum var. Selahattin Demirtaş sadece Kürt siyaseti açısından değil Türkiye siyaseti açısından çok başarılı bir lider ve siyasetçi. Nitekim o dışarıda diye onu kıskanan birileri onu içeri aldırdı. İronik bir şekilde Demirtaş’ın içeride, dışarıdayken muhatabı olduğu vesayete oranla daha hür olduğunu düşünüyorum, ama bu benim şahsi görüşüm.
 
Ben İmamoğlu’na “Kürtçe’yi kullanma çağrısı” yaparken, aldığı yardımın bedelini Kürtlere ödemesi gerektiğini sembolik olarak söylemek istedim. İmamoğlu’nun kendisiyle, hatta herhangi bir siyasetçiyle fikri olarak bir işim olmaz. Fakat hep olduğu gibi şunu gördük: Kürtler hamal gibi çalıştılar, vatanı, belediyeyi, vesaireyi kurtardılar. Karşılığında Türkiye demokrasisi, Türkiye solu, CHP’si sevindiler. Ama Kürtlere ücret ödenmedi. Kimse çıkıp Kürtlerin haklarına daha bir sahip çıkmadı. Bugün CHP kayyım konusuna pek de sahip çıkmıyor. Yaptığı işin karşılığını istemeyen ya enayidir ya da köledir. İnsanlık için kölelik yapanın ise oy kullanma hakkı yoktur. Benciller, fikri olanlar, sözü ve farkı olanlar oy kullanır. Kürtlerin değersizliğinin arkasında onları yok saymanın bir maliyetinin olmaması yatmaktadır.
 
“BUGÜN TÜRKİYE’DE TAMAMEN ŞAHSİ BİR REJİM VARDIR”
 
- AKP, siyasi kariyerinin en çetrefilli dönemini yaşıyor. ‘Davayı satmak’ , ‘ihanet’ lafları havalarda uçuşuyor. Tarihin bir tekerrürü gibi. Erbakan da Erdoğan’a böyle sesleniyordu. Erbakan’dan Erdoğan’a, Erdoğan’dan Davutoğlu ve Babacan birlikteliğine, neydi ihanetin asıl sebebi?
 
Siyasetçinin davası nedir? İktidar olmak ve nimetlerden faydalanmak. Bunun için de ya içinden çıktığı kesimin kutsallarını dava diye vurgular ya da (Erdoğan gibi) artık dünya-tarihsel ölçekte profesyonel bir siyaset yürütenlerin ise, mevcut koşullar içinde en elverişli popülist kombinasyonu kitlelere şerbet diye içirdiği bir durum söz konusu olur. Bugün Türkiye’de tamamen şahsi bir rejim vardır. Türkiye’de siyaset dava denilen yanıltıcı perdeden kurtulup çıkarların çıplak rekabet ettiği bir siyasi kültüre geçerse, herkes için daha iyi olur. Siyaset, dinin ve davanın tasallutundan kurtulsaydı keşke.
 
- Kürdistan hakikati Türkiye Cumhuriyeti’nin tam orta yerinde duruyor ve siyasi aksın tamamını derinden sarsıyor. Kürtlere sırtını çeviren iktidarların başına ne geldiyse AKP de, göz göre göre buna yürüdü. Şimdi yeniden çark mı etti dersiniz? Çözüm yolunu yeniden deneyecek mi sizce?
 
Çözüm her zaman mümkün. Çünkü iktidarın elinde güçlü ikna ve propaganda enstrümanları var. Örgütler ve devletler bazen birkaç asker, birkaç patlama gibi zalimane araçlarla halkı, korku damarlarını gıdıklayarak terbiye ederler. Teröristten kahraman ve kahramandan terörist çıkarmak devlet denen gücün mucizeleridir. Halkı aciz bırakır. Bu yüzden bir barış sürecine giderken kıymeti iyi bilinsin, açlık oluşsun diye yaşıyor da olabiliriz tüm bu olup bitenleri. Yaklaşıyor olanın yaklaşmakta olduğunu, bazen yokluğunun hatırlanması veya hatırlatılmasıyla yaşarız. Bu da öyle bir şey olabilir.
 
- Ancak savaşla kumar oynayan bir anlayışı hakim. İçeride ve dışarıda Kürtleri tehdit etmeye devam ediyor. Artuklu Üniversitesi’nde Yaşayan Diller Enstitüsü kapatılma kararı alındı. Müslüman Kürtler, anadil hakkına karşı yeterince yüksek bir ses çıkarıyor mu sizce?
 
Başta HDP olmak üzere, Kürt siyasetinin en büyük utancı, bütün Kürtlerin ve bütün Türkiye’nin vicdanının taraftar olacağı en meşru, en temiz, en hak olan Kürtçenin resmileşmesi veya Kürtçe eğitim gibi bir konuda hiçbir ciddi adımın atılmıyor olmasıdır. Kürtler, Kürtçeye sahip çıkmadığı sürece devletin veya Türklerin Kürtçeye yok muamelesi yapması kaçınılmazdır. Silahlı örgüt ve siyasi partinin Kürt siyasetini Türkiyelileşme adı altında sol bir ilericilik içinde kurgulamasının sonucu olarak, münhasıran Kürt olan hakların hiçbiri için kayda değer bir enerji ortaya çıkamamaktadır. Dindar Kürtlerin, Kürtçeye seküler veya sol Kürtler kadar sahip çıkmak istediklerine şüphem yok. Ama kimse tüm Kürtlere bu temel hak etrafında hareket imkanı sunmuyor. Bunun sorumluluğu legal Kürt siyasetindedir.
 
“İSLAM ANLAYIŞINDA BEDEVİLİKTEN MEDENİYETE GEÇEMEDİK”
 
- “Doğayla, kainatla yakınlık gerçek bir selam ve hakiki bir bayram. Varlığı incitmeden yakınlık da insanın imtihanı.” demişsiniz bayram mesajınızda. Kurban Bayramı’nda ortaya çıkan kurban kesme görüntüleri sizi bir Müslüman olarak rahatsız mı ediyor? Müslüman cenah için bu radikal bir söylem. Ne tür tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
 
Tepkilerle karşılaşmıyorum, çünkü ben kendi mezhebime tabiyim. Kurbandan maksat kurbiyet/yakınlık ise Allah’a rüşvet vermeyi yakışık bir tarz olarak görmüyorum. O, cenneti amaç edinenlerin işi. Doğru olan ucunda cennet ümidi veya cehennem korkusu olmasa da doğru olandır. İslam anlayışımızda henüz bedevilikten medeniyete geçemedik. Bugün İslam medeniyeti diye sallanan bayrakların çoğu gerçekte Müslüman bedeviliğinin nostaljik sancaklarıdır. Müzelerde ve kitaplarda olması gereken bedevilikler bugün İslam diye sunuluyor. Kendi bilecekleri şey elbette. İslam kimsenin babasının malı değil. Kimsenin tekelinde de değil. Ben şahsen sakal uzatıp sırtına cübbe geçiren şarlatanlardan veya devletten din öğrenecek değilim. Herkesin İslam’ı kendine.
 
- Müslüman Türklerin, Müslüman Kürtlerle buluşmasında ne tür tartışmalar yaşanıyor?
 
Müslümanlık, ümmet veya kardeşlik söylemleri, Türklerin Kürtler üzerindeki hakimlik konumunu sürdürmek için kullanılan söylemlerdir. Dindar Kürtler de dindar Türklerden daha çok dini söyleme kandıkları için ve daha büyük bedel ödememek için seslerini çıkaramıyorlar. Sonuç Müslümanlığın Kürtler üzerindeki hakimiyette araçsallaştırılmasıdır. Bu konuları “Hamal Kürt” kitabımda genişçe ele alıyorum. Şu var ki artık dindar Kürtlerin yavaş yavaş uyandığını görüyoruz. Çıkarları, iş güvenlikleri vesaire gereği seslerini çıkaramasalar da artık İslam’ın Kürtlüğü nasıl görünmezleştirmek için kullanıldığını görüyorlar.
 
“ALLAH’LA İLİŞKİMİ DEVLET MEMURLARINDAN ÖĞRENECEK DEĞİLİM”
 
- Kürt soluna göre, aşırı milliyetçisiniz. Kürt sağına göre aşırı Kürtçü. Türkiye soluna göre, her ikisi birdensiniz. Türk sağına göre yine her ikisi birdensiniz. Nedir size göre bu grupların atladığı, görmezden geldikleri? Üstelik kendini size yakın bulan ciddi bir kalabalık da var. Siz kendinize en yakın görüşü nasıl tanımlıyorsunuz? Ve kendinize en uzak?
 
Çizgimi ‘hakperestlik’ olarak tanımlıyorum. Kürdüm. Bundan rahatsız olanlar varsa rahatsız kalmaya devam edecekler. İnsanım. Başta milliyetçilik olmak üzere herhangi bir şeyin -çiliğini yapmaya ihtiyacı olan biri değilim. Benim hareket noktam adalet ve insan hürriyetidir. Kürtlük vurgum bu adalet arayışının sonucu ve gereğidir. Bundan rahatsız olanlar, rahatsız kalmaya devam edecek. Müslümanım. Allah’la ilişkimi gidip devlet memurlarından veya kişiliksiz menfaat bekçilerinden öğrenecek değilim. Birilerinin önüme koyduğu dine değil akıl ve vicdanımın bana gösterdiği Hakka tabiyim.
 
- “Kürtlerin tanınmaya ihtiyacı var, acınmaya değil” demiştiniz. Sizin hem bir Kürt olarak, hem de bir sosyolog olarak Kürt gençlerine bu tanım üzerinden bir uyarınız, tavsiyeniz var sanırım. Nelerdir bunlar?
 
Kürt kimliği bir tür sömürge-sonrası tamirat ihtiyacı duyan bir kimliktir. O yüzden Kürt olmak bugün hem buna teşebbüs edenler hem de buna muhatap olanlar açısından korkunç bir şeydir. Devletin propagandası ve onun özdeşleştirdiği “terör” sorunu olmasaydı bile Kürt denince insanlar yine dehşete düşecekti ve Anadolu’ya giden mevsimlik Kürt işçilerine en ufak bir gerekçede uyguladığı o lincin, psikolojik versiyonunu size uygulayacaktı. Kürtlüğün bir yük, bir trajedi olmaktan çıkması için resmileşmesi ve onun yokluğunu arzulayan her ortama mızrak gibi saplanarak o ortamı rahatsız etmesi gerekir. İslamda şeair (şiirler, orijinaliteler, çıkıntılıklar) diye bir kavram var. Minare, ezan gibi şeyler İslam’ın şeairi yani sembolleri sayılıyor. Varlıkları İslam’ı olağanlaştırıyor, normalleştiriyor. İşgale karşı şeairi korumak gerekir. Kürtlüğün eşitlik kazanabilmesi için görünmezlikten çıkarak göze batar hale gelmesi gerekir ki tahayyülüne saplandığı insanların nezdinde mevcudiyet kazanabilsin.
 
Kürtlerin bize baskı yapıldı, yapılıyor, demekten çıkarak “beni/Kürtlüğü tanıyacaksınız” demeye geçmesi gerekiyor. İlki sonu gelmeyen bir merhamet dilenciliğine götürür. Halbuki Kürtlerin kendi varlığını muhataplarına tespit ettirmek önceliği olmalı. Tarihte bile kayda geçmeyenler, yok hükmündedir. Tapuda bile sadece ismi kayda geçenler hak sahibi olabilirler. Kürt mücadelesinin önceliği “tanınma” olmalı.

Artı Gerçek

YORUMLAR

  • 0 Yorum