Şanlıurfa'nın Kamberiye Mahallesi ile ilgili önemli bilgiler

02 Aralık 2020 - 09:41

Şanlıurfa'nın sur dışında kalan en eski mahallesi olan Kamberiye Mahallesi ile ilgili önemli bilgileri, mahallede yaşamış olan Eğitimci ve Yazar Mehmet sarmış kaleme aldı.

çocukluğunun geçtiği Kamberiye mahallesinde yürüyüş başlığıyla kaleme aldığı yazıda mahallenin geçmişi ile ilgili önemli bilgileri kaleme alan Mehmet Sarmış'ın yazmış olduğu o yazıyı siz okuyucularımızla da paylaşıyoruz..

İŞTE O YAZI:

Kamberiye  Mahallesinde doğmadım ama bir yaşından itibaren burada yaşadım, çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım burada geçti, yani ben Kamberiyeliyim. 
Birkaç yıldır görmemiştim, özlemiştim; bugün her tarafını adım adım gezdim ve hayatımda çekmediğim kadar çok fotoğraf  çektim, hemen hemen her köşesinin fotoğrafını.

Kamberiye, Urfa’nın en eski mahallelerinden biri. Şehrin eski merkezine göre kuzeyde imiş, ama artık ortada kalmış. 
Urfa surlarının dışında olduğu için diğer mahalle sakinleri tarafından “Çıharki Mehle” (Dışardaki Mahalle) olarak da anılır. Zaten bu yüzden tarih boyunca sık sık saldırıya uğramış, ağır zarar görmüştür.  Şimdi Haliliye ilçesine bağlı, sanıyorum ilçenin en eski mahallesidir.

Geçmişi en az 2000 yıl öncesine dayanıyor. Küçük bir yer. Etrafı dere ve ana yollarla çevrili olduğu için büyüme şansı yok. Urfa’nın nüfusu büyük bir hızla artarken burada azalıyor. 2007’de 4409 olan nüfusu, 2019’da 2028’e düşmüş, yani yarı yarıya azalmış. Sebeplerine girersem konu çok dağılır, yazı daha çok uzar. Zengin bir etnik yapısı var, son yıllarda buna Suriyeliler de eklenmiş.
Buradan her türden adam çıkmıştır. Kabadayısı da vardır, hocası da, evliyası da…

Önemli isimler de yetiştirmiş bir mahalledir. Bunlardan birisi, Urfa’nın önemli âlimlerinden olan Arap Hoca’dır. Asıl adı Muhammed Tokmak olup 1923-1991 yılları arasında yaşamış, yaklaşık 30 yıl ders ve fetva vermiştir.
Bir diğer önemli isim de Seyfettin Sucu’dur. 1942-1987 yılları arasında yaşayan Sucu, özellikle 60 ve 70’li yıllarda “Şark Bülbülü” adıyla Türkiye çapında meşhur olmuştur. Sesi ve tarzı ile Urfa’nın ve Türkiye’nin en iyi sanatçıları arasında sayılır. Hâlâ birçok Urfalı için 1 numaradır.
Ben Arap Hocayı birkaç kere uzaktan görmüştüm.Seyfettin Sucu’yu ise çok görmüşlüğüm ve birkaç kere konuşmuşluğum var. Sesi ve birçok türküsü hâlâ kulaklarımda yankılanır.
Mahalledeki gezime ilk olarak, il müftülük binasının bitişindeki Peygamber Camii ile başladım. Burası, aslında Süryanilere ait olan Circis Peygamber Kilisesi.  Geçmişi 5. Yüzyıla kadar çıkıyor. 1965 yılında Muhammed Çarhoğlu tarafından tamir edilerek camiye dönüştürülmüş, bu yüzden halk arasında Çarhoğlu Camii olarak da bilinir.Caminin içindeki sütunların birinde Süryanice bir kitabe, birinde de 19. Yüzyılda tamir edildiğine dair Osmanlıca bir kitabe var. 

Öğlen namazını burada kıldım. Asırlar önce Hıristiyanların (İslam öncesinde olanlarını o devrin müminleri saymak gerekir.) burada ibadet ettiğini düşününce içimi garip duygular kapladı. 
Namazdan sonra hoca ile tanıştım, meğer o beni tanıyormuş. Şükrü Özdemir Hoca 19 yıldır burada görev yapıyormuş. Bizim birkaç gün önce vefat eden Misbah Hicri Beyin de yeğeni imiş. Sağolsun bana her tarafını gezdirdi, açıklamalar yaptı. Dediğine göre üç dört yıl öncesine kadar zaman zaman Hıristiyanlar, hatta din adamları buraya ziyarete gelirmiş.


Bizim çocukluğumuzda bu cami, Kur’an kursu ile meşhurdu. Bir de halkın “Amanat” (emanet) dediği “Sakal-ı şerif” ile. Amanat, yeni mahfazasında şimdi da var, yılda bir kere Kadir Gecesinde ziyarete açılıyor.
Yoluma Köprübaşından aşağıya inerek devam ettim. Hemen sağda Karakoyun Deresi üzerinde Hacı Kamil Köprüsü. Daha önce de söz etmiştim, üstü kapalı, park inşası ile beraber ön tarafı da ağaçlarla çevrili olduğu için yakınına sokuluncaya kadar görülmüyor. Ve bu haliyle çok yazık oluyor. Ne kadar sağlamdır, üstündeki ağırlığı ne kadar taşıyabilir, bunlar da önemli sorular.
Girişte çift yol ağzında bizi Asım Paşa Camii karşılıyor. Eski bir mescit üzerine yakın bir zamanda sıfırdan yapılan güzel bir camii. Sağdan dere boyundan fotoğraf çeke çeke devam ettim. 
Karakoyun Deresinin üzeri şimdi boydan boya park. Bizim çocukluğumuzda çok kötü durumda idi. Yazın kuruyacak kadar azalan sular, çok yağmur yağdığı zamanlarda sele dönüşür, bazen insanları da alıp götürürdü. Mahalleli her çocuk gibi ben de etrafında çok oynadım, börtü böcekle, kuşla, kurbağa ile uğraştım, hatta bir ara keçi bile otlattım. Şimdi yemyeşil, tertemiz. O zaman çok hoşuma gitmişti, ama şimdi keşke ıslah edilseydi diyorum. Ve artık herkes gibi ben de Fırat'ın suyunun akıtılacağı yılları hayal ediyorum.

Sokaklara dalmadan önce doğru evimize gittim. Birkaç yıl öncesine kadar Mustafa kardeşim ve ailesinin, onlarla beraber de babamın yaşadığı bu ev, benim için çok şey ifade ediyor. Acı tatlı pek çok hatıram var. Annem ve babam burada tanışmış, beraber büyümüş, erken yaşta evlenmişler. Bir ara ayrılmış, daha sonra dönüp dolaşıp yine buraya gelmişler. Önce kiracı, sonra ev sahibi olarak. Nice aşamalardan geçti, bilirim, birazın da benim de emeğim var. Girmek, etrafa göz gezdirmek, hatıralarımı tazelemek isterdim. Hele hele 1996’da kaybettiğim anneciğimin kokusunu, gölgesini aramak isterdim. Ne mümkün? Şimdi hiç tanımadığım kimseler oturuyor. Rahatsız etmek istemedim. Sadece önünde durup baktım, fotoğraflarını çektim, oracıktaki küçük bir kız çocuğuna kendi fotoğrafımı çektirdim.O arada çocukluk arkadaşım İsmail Kayar beni gördü, yaklaştı, ayaküstü sohbet ettik. O Kamberiye’yi terketmeyenlerden.
Sonra Mezun olduğum okula uğradım; Şerif Özden İlkokulu.1968'de yapıldığı zamanı


 hatırlıyorum. Ben, ikinci yılında kaydolmuştum. Şimdi o bina yok; 2013 yılında mahallenin hayırsever zenginlerinden Adil Koç, eski binanın yerine daha büyük ve güzel bir bina yaptırdı, bu yüzden okula babası Hacı Eyyüp Koç’un adı verildi. Tabii böylece benim beş yıllık hatıralarım da mekânını kaybetmiş oldu. O dönemden bir tek arka taraftaki küçük ağaçlık yer kalmış. Çocukluğumu ve bu arada Şerif Özden İlkokulu yıllarını ilk fırsatta yazacağım inşallah. Öğretmenlerimin hepsini hatırlıyorum; 1. Sınıf Hülya Cumhurcuoğlu, 2. Sınıf Mehmet Acar, 3. Sınıf Bakır Algın, 4 ve 5. Sınıf Emine Tandoğan (Ademoğlu). 1. Sınıf Öğretmenimden bir daha haber alamadım. Diğerleri yaşıyor, ara sıra görüşüyoruz, bazen arıyorum kendilerini. Küçük bir çocuk gibi “öğretmenim” diyorum ve telefonda olsa bile heyecanlanıyorum.
Okula girdim, Müdür Yardımcısı Hasan Beyle kısa bir sohbet ettik. 600 kadar öğrencisi varmış ve yüzde doksanı taşımalı olarak gelen Suriyelilermiş. 

Mahalleye girerken başlayan, evimizin önünde kabaran duygularım, buradan ayrılırken biraz daha coştu.
Okulun hemen yan tarafında “Leyliçi Müslümo”nun evi ve önünde bayram yeri. Şimdi ne kendi var, ne o yer eskisi gibi. Müslüm Amca ve ailesi, her iki bayramda burada birkaç leyli (salıncak) ve beşik (leyliye binemeyecek kadar küçük çocuklar için alçak ve topluca binilen salıncak)kurardı. Uzak yerlerden bile gelenler olur, etrafta seyyar satıcılar toplanır, tam bir bayram yerine dönerdi. Pek eğlendiğimi hatırlıyorum. Evlerinin içinde de kadın ve kızlar için büyük leyli kurulurdu, çok kalabalık olurdu. Uzak yerlerden bile genç kızlar ve yeni gelinler getirilirdi. Mahallede birkaç leyliçi evi daha vardı.

Biraz ötesinde 3-4 yaşlarında iken kiracı olarak oturduğumuz ev, beraberindeki diğer evlerle beraber, park dolayısıyla yıkılmış. O evin hemen karşısındaki komşumuz Fatma Hocanın evi olduğu gibi duruyor. Fatma Hoca çocuklara Kur’an dersi verirdi. Oğlu, benim çocukluk arkadaşım, abim, usta kaval sanatçısı Abdulkadir Karakuş hâlâ orada yaşıyormuş. Evde miydi, bilmiyorum, rahatsız etmek istemedim.
Onun biraz ilerisinde de Toprak Mahsulleri Ofisine ait geniş bir alan vardı. Depo olarak kullanılan beyaz metal devasa siloları Urfa'nın her tarafından görünürdü. Kısa bir süre önce onlar da kaldırıldı. Şimdi ortada bir benzinlik var, etrafı bomboş duruyor.

Mahalle Muhtarı Abdurrahman Şahap’ın Karakoyun Parkının ortasındaki bürosuna geçtim. Kendisi babasından devraldığı muhtarlığı uzun yıllardır sürdürüyor. Yanında çocukluk arkadaşımız Celal de vardı. Bir acı kahve eşliğinde mahallenin geleceği üzerine konuştuk.Bu şekilde devam edemeyeceği konusunda hemfikirdik. Çünkü evler çok eski, insanlar çok yoksul. Fırsatını bulanlar mahalleyi terk ediyor. Kentsel dönüşüm olmadan kendiliğinden düzelme imkanı yok.
Oradan çıktıktan sonra da sokaklara daldım; köşe bucak, her tarafını dolaştım, sayısız fotoğraf çektim. Yıllarca yaşadığım, gezip oynadığım, alış veriş yaptığım bakkallar, her gün ekmek aldığım fırın, acı tatlı birçok hatıramın olduğu bu yoksul, eski, karmaşık yollar, tetirbeler, hasretle, özlemle beraber koyu bir hüzün iklimine sürükledi beni. Birçok tanıdıkla karşılaştım, selamlaştım, kısa sohbetler ettim. Tanımayan, merak eden, belki şüphelenen bazılarına kendimi tanıttım; özellikle yıllarca burada önce çulhacılık, sonra bakkallık yapan babamdan söz ettim, meramımı anlattım; hepsi güler yüzle karşıladılar, memnuniyetlerini belirttiler.

Eskiden, mahallede bir çeşit dokumacılık olan çulhacılık çok yaygındı. Birçok kişi geçimini bu işten sağlardı. Her köşede evlerden bozma çulha dükkanları olurdu ve bu dükkanlardan dışarıya temposu hiç değişmeyen tezgah sesleri ile beraber gençlerin türkü sesleri yayılırdı. Ben de bir süre çulhacı çıraklığı yapmıştım.

Bir ara babamın yakın arkadaşı Mustafa Amca (Miçe Ğeno) ve yanında babamın daha genç başka dostları ile karşılaştım, hallerini hatırlarını sordum. Dinimizde ve geleneğimizde, babanın arkadaşlarına saygı göstermek esastır. Çok memnun oldular. Ben de tabii. İlk fırsatta babama selamlarını iletip çektirdiğimiz fotoğrafları göstereceğim.

Eskiden teyzelerim, dayılarım ve onların çocukları da burada yaşardı; şimdi hiçbiri yok, bazıları artık Urfa’da bile değil. Onların da evlerinin önünden hüzünle geçtim ve fotoğraflarını çektim.
İkindiye doğru yolumu yıllarca namaz kıldığım, bizim evin hemen yanı başındaki Kamberiye Camiine çevirdim. Önce uzun yıllardır imamlık yapan Mehmet Soydan ile hücresinde oturup çay eşliğinde sohbet ettik. Kendisi yukarıda söz ettiğim Arap Hocanın, kızından torunu olur. Önce Arap Hoca üzerine konuştuk. Kendisine, henüz vakit varken, içinizden birileri onun hayatını, hatıralarını derleyip bir kitap yapabilirse çok güzel olur dedim. Sonra caminin geçmişi üzerine konuştuk. Benim çocukluğumda eski, basık, karanlık, tonozlu bir yapı vardı. O dönemde görev yapan İmam Güli ve müezzin Ramazan Hocayı hatırlıyorum. 1979 yılında o eski bina yıkılıp yerine şimdiki yapıldı. Çok sayıda mezarın bulunduğu bir haziresi vardı, hepsi kaldırıldı.Ağaçlar da kesilip her tarafına beton döküldü. Şimdi daha temiz ve bakımlı, ama ben eski halini hayal ediyorum, daha sevimli geliyor bana. Yaşlanıyorum ya o yüzden eskiler daha güzel geliyor bana, aslında ben çocukluğumu, o dünyadan bihaber sorumsuz yıllarımı özlüyorum, farkındayım.
Daha sonra dönüşe geçtim. Eyyübiye tarafına giden Harran Üniversitesi Caddesinin doğu tarafına geçtim. Eskiden biz bu yola "Papor Yolu" derdik. Yeni Valilik binasına kadar olan alan da mahalleye ait. Eskiden tarlaydı, bazı yerleri ekilirdi. Piknik yapılır, hayvan otlatılırdı. Belli zamanlarda at yarışları düzenlenirdi. Urfa'nın her tarafından büyük kalabalıklar izleyemeye gelirdi. Çocukluğumun en güzel ve heyecanlı hatıraları arasındadır.

Sonradan burası hızla Eski Sanayinin merkezi oldu. Şimdiyse büyük ölçüde terkedilmiş, her taraf çöplük içinde. Yetkililer burasıyla ilgili ne düşünüyorlar, bilmiyorum.
Bu tarafta önce Hz. İbrahim Camiinin avlusuna girdim, kısa bir tur attım. Büyük, çifte minerali bu cami 1988’de yapıldı; Eski Sanayi canlı iken çok kalabalık olurdu. Belli zamanlarda yüzlerce kişiye tirit ikram edilirdi. 

Biraz daha aşağıya inince, mahallenin bitiminde, çocukluğumun hatıraları arasında iz bırakan başka bir yer var; 1665’te vefat eden Halveti Halifesi Şeyh Ramazan Şani Efendi’nin kabri ve daha başka kabirler. O zaman adını bilmezdik, “Ziyaret” derdik sadece. Şimdi etrafı korkuluklarla çevrili, yine yemyeşil boyalı, dış kısmında da bir çeşme var. İlkokul yıllarımda, sebebini bilmiyorum, bir bacağımda uzun süre aksayarak yürümeme sebep olan bir rahatsızlık oluşmuş, rahmetli annem de beni haftalarca perşembe günleri buraya getirmişti. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, iyileşmiştim. Bir Fatiha okuyup ayrıldım.

Böylece yolculuğum sona erdi. Oradan otobüse binip eve döndüm. 
İçimde, özlem, hüzün sevinç, mutluluk ve daha başka duygular karmakarışık. Hayat geçiyor, ömür bitiyor. Pek çok şey, bir daha geri dönmemek üzere geride kaldı. Kârda mıyız, zararda mıyız? Bu günler de geçmeden sağlam bir muhasebe gerek.

balikligol.com