28 Şubatta Neler Oldu! Emine Hoca Anlatıyor…

19 Eylül 2019 - 20:57

Şanlıurfa Kanaat Önderi Emine Yüksel, 'Bedel ödetilen bir geçmişimiz vardı.12 Eylül'ün sonları ve 28 Şubat'ta. Ben ve dava arkadaşlarım tek başımıza Şanlıurfa 'da mücadele ettik yıllarca. Kurslarımıza el konuldu ve nezaretlerde kaldık. Türk siyasi tarihinin karanlık sayfalarında yerini alan ve "Postmodern darbe" olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997'deki MGK toplantısının üzerinden 21 yıl geçti.

BAŞÖRTÜSÜ İÇİN BEDEL ÖDEDİ
 
Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Yeni bir siyasi dönemin kapısını aralayan ve yoğun tartışmalara neden olan 28 Şubat'a giden süreçte Türkiye, tarihinin önemli günlerinden birini yaşadı. Şanlıurfa kanaat önderlerinden hoca olarak tanınan Emine Yüksel’de tesettürü nedeniyle 25 Şubat ve 12 Eylül’de sıkıntı yaşayanlardan biri. Yüksel, tesettürü için o dönemde bedel ödeyenlerden…
 
Yüksel yaşadıklarını Gazeteci Dilek Çiftçi’ye anlattı.
 
 
İşte o dönemi bir de Emine Yüksel’den dinleyin:
 
“BEDEL ÖDETİLEN BİR GEÇMİŞİMİZ VARDI”
 
“Bedel ödetilen bir geçmişimiz vardı. 12 Eylül'ün sonları ve 28 Şubat’ta... Şanlıurfa ‘da ben ve dava arkadaşlarım tek başımıza mücadele ettik. Kurslarımıza el konuldu ve nezaretlerde kaldık. Suçumuz mu? Dinimizi yaşamak ve öğretmekti. Hanım hocalardan sadece ben,erkeklerden de çok az kişi vardı.
 
Başımıza gelmeyen kalmadı. Oysa ne sıkıntılı günlerdi o günler... Talebelerime sobanın etrafında ders verirdim. Gün olur, sobanın yanmadığı, odunumuzun olmadığı günler de çok olurdu. Evden getirdiğimiz battaniyelerle talebelerimizi sarar ve ders anlatırdık. Bizim bu mücadelemizi kimse bilmezdi ama Rabbimiz bilirdi ve bizde bunun huzurunu yaşardık. Her yıl 200, 250 talebe yetiştirirdik. Yatılı öğrencilerimiz de olurdu, Gün olur yemeğimiz olurdu ve gün olur sadece zeytin ile karnımızı doyururduk. Allah yolunda öğrencilerim ve ben böyle sıkıntılı günler geçirirdik. Davamıza inanır ve eyleme dökerdik. Ne zaman bir konferans veya da miting olsa talebelerimiz ve dava arkadaşlarımızla biz oradaydık. Hoca ve talebelerin mitinge gitmesine alışık olmayan Şanlıurfa’mızda sözleriyle bize saldıranlar olurdu. Ömrünü hak yola adayan ve iffetini muhafaza eden bizlere sırf mitinglere katıldığımızdan dolayı namusumuza kadar dil uzatılması canımızı acıtırdı,amma bizim için dava kınayıcının kınamasından daha önemliydi. Üzülürdük ama davamıza daha sıkı sarılırdık. Hiç kimse umurumuzda değildi. Biz Hak yoldaydık ve yolumuza bakardık. Cihad farzdı. Bizde birileri öyle istiyor diye cihaddan geri duracak değildik. Ve elimizden geleni yapmak zorundaydık. Ve öylede yaptık, meydanlarda koşturduk. Talebelerimle çocuklarımızı öpüp kucaklamadığımız ve yemek yemeyi unuttuğumuz nice mitinglerde mücadele verdiğimiz günlerimiz oldu. Anneydik, kadındık daha önemlisi insandık onca engele rağmen fedakârlık ettik yılmadık, mücadelemizden de vazgeçmedik. Polislerle köşe kapmaca oynuyorduk. Sonumuzun ne olacağını bile bile.”
 
 
 
“BİZE SAHİP ÇIKAN CEMAATLERİ SAYAN VE YARDIM ELİ UZATAN BİR DEVLETİMİZ VAR”
 
O zamanlar da şimdilerdeki gibi ne konferans salonları vardı. Ne de bize meydanlar tahsis edilirdi.
 
Bazen olur teke tek bazen olur büyük topluluklarla ulaşmaya çalışırdık halkımıza...Çünkü biz halktık. Onlar bizdendi, bizde onlardandık. Onların acısıyla, dertleriyle dertlenirdik. Onlarla ağlardık, onlarla gülerdik. Kuru ekmeği bölüşürdük. Biliyorduk ki bir insanın gönlüne dokunmak tüm mevki, makamlardan daha üstündü. Ben ve talebelerim bu yola gönlümüzü ve ömrümüzü koymuştuk. Şimdilerde bizden taraf bir hükümet var. Bize karşı çıkmayan ve bizi ötekileştirmeyen... Bize sahip çıkan cemaatleri sayan ve yardım eli uzatan bir hükümet var. Çok haklar elde ettik ama bitikte sanki... Sayımız arttı belki ama niteliğimiz azaldı. Bölündük. Hatta paramparça olduk. Cemaatlere takıldık, ümmet olamadık. Allah’ın yoluna davet etmektense
 
Ahmet hocanın, Mehmet hocanın cemaatine davet etmek kolayımıza geldi. Devlete güçlü görünmek ve söz sahibi olmak için taraftar toplanılmalıydı. Bu yüzden cemaatin her bir ferdine başka cemaate gitmeyin. Sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar diyen hocalar gördük. Oysa Cemaatlerin hepsi Allaha, Kurana, Peygambere davet etmiyor muydu? Neydi Cemaat hocalarını endişelendiren. O zaman anladım ki Ahmet Efendinin, Mehmet Efendinin cemaati oldu amma ümmet olamadık. Cemaatler nüfuslu oldu. Ama o nüfuslarını Ümmeti Bir ara da tutmak için kullanamadılar. Güçlerin azalacağını düşündüler. Ne yazık! Oysa cemaatler bir olsaydı İslam şahlanacaktı, ümmet güçlenecekti. Şimdik bölük,pörçük olduk. Biz kazandık derken kaybettik.
 
Biz cemaatlere saygınlık kazandırırken, ümmeti heba ettik. İslam Kardeşliğine zeval getirdik.
Cemaatlere öyle haklar tanıdık ki Nerdeyse Allah adına söz sahip oldular. Onların iyi dedikleri iyi, kötü dedikleri kötü oldu. Hoca efendinin ve cemaatin düşüncesinden olanlar kucakladı, olmayanlar dışlandı ya da dinden çıktı diyerek tekfir edildi. Evet, Ben ve talebelerimde Allahın ayetlerini anlattık dışlandık. Hadisi Şerifleri Kuran’a götürüp hadislerin sahih olanlarını alıp amel ettik. Uyduruk hadisleri eledik diye Ehlisünnet ve cemaat olmamakla suçlandık. Allah Akletmiyor musunuz?  Düşünüyor musunuz? Diye ayetlerde belirtirken başlangıçta şahsım olmak üzere, tüm hoca ve İslam âlimlerinin sözlerini Allah’ın kitabına götürüp sorgulayın, koşulsuz itaat sadece Allah’adır dedim diye. Tarikatçılar beni düşman ilan ettiler. Benim tek suçum Rabbimin ayetlerini yorumsuz anlatmak. Bu sebeple, hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum ve yarın Rabbim huzurunda beni dinlemeden yargılayan bu kişilerden davacı olacağım. Bunlara savaş açanlar, aslında Allah’ın ayetlerine savaş açmıştır. Ben Allah’ın ayetlerini ve sahih sünneti konuşur, söyler ve amel ederim. Bize düşman olanlar Allah’ın ayetleri ve sahih sünnetler ile amel ediyoruz diye mi, düşman oluyorlar. Bizler Ak partiyle nefes alalım demiştik oysa. Bizler ümmet olamayınca Allah'ta elimizden kuvvetimizi aldı. Ak Parti'nin samimi kişilerini ve reisi tenzih ederek söylüyorum.
Sanki bu son yönetimler bizi hep ezmeye çalıştılar. 34 yıl sahalarda savaştım ama eski savaş yıllarında gönlüm bu kadar daralmamıştı.
 
 
 
“RÜZGÂRIN YÖNÜNE GÖRE SÖZLERİ DEĞİŞEN CEMAATLERİMİZ VAR ARTIK”
 
“Gönlümü kırdılar. Şimdi sadece arkadaşlarım ve ben kendi çapımızda hükümetten uzak ve sadece Rabbimizin rızasını umarak hizmet veriyoruz. Bakıyorum gruplarda yazan yazana" Diyarbakır'a gidin. Teröre lanet mitingine gelin" Okuyorum da kimse yok. Biz olsaydık her yere karşılıksız koşardık. Doldururduk her yeri…Şimdi uzaktan izliyoruz olanları. Diyeceksiniz ki "Hocam Allah için yapıyordunuz. Yılmak, yorulmak, küsmek olur mu? Arkadaşlar ben davaya ihanet etmedim ki.
 
Ama bana ihanet edildi. Dost bildiklerim ve yolumda yoldaş gördüklerim tarafımdan. Ve hala da ihanetle karşı karşıya yol yürüyorum. Ama yılmıyorum. Talebelerimle ben yine Allah yolunda çalışıyorum. Fakat canları isteyince seçimden seçime yanımıza gelenlerin, işi düştükçe neredesin  diyenlerin EMİR ERİ değiliz. İşi düşünce soranların, işi bitince unutanlara tepkimiz. Bize Allah için, dava için diyenler neden bizi sormazlar. Neden Allah için, dava için bize Kuran telebelerine el uzatmazlar. Benim cematimin ve dava arkadaşlarımın (başka cemaatler gibi) morale, yardıma ihtiyacı yok mu? Kurslarımızın ihtiyacı yok mu? Biz diyanette ücret almıyoruz. Sadece ücretimizi Allahtan bekliyoruz elbet ama Allah için dava diyenler nerede ? Hani müminler müminlerin yardımcısıydı. Ne oldu? Aynı cümleleri kullanayım mı ? Mevki, makam derken davadan mı vazgeçtiniz.
Yoksa kendinizi zirveye çıkartırken davayı dağın eteklerinde mi bıraktınız. Bizden görünüp, bizden olanlara küskünüz ve kırgınız...Samimi ve ihlaslı cemaatlerimizi tenzih ederek söylüyorum, rüzgârın yönüne göre sözleri değişen cemaatlerimiz var artık. Düşünüyorum da hanım olmamız mıydı tüm suçumuz? Erkeklerin yanımızda olmayışı mı? Belediye de veya başka yerlerde bizi savunanlar yok diye mi?
 
"VURUN ABALIYA!" diyorlar bize...
 
Bu kadar mı kimsesiz kaldık. Safımızın insanı canımızı yakıyor artık. Netice itibarıyla küskünüz, kırgınız daha ölmedik hamdolsun . Davamızdayız, sahadayız.”
 
(Röportaj- Şanlıurfa Olay - Dilek ÇİFTÇİ)